Retorik
Siyaset tamamen insanlık dışı işliyor; insanlığın yarattığı tüm değer yargıları insanda insanla eritiliyor, yok ediliyor.
Hak, hukuk, erdem, eşitlik, adalet, dürüstlük, emek falan ne kadar görkemli sözcükler, değil mi?
Bu sözcüklerin yeşertebildiği birazcık anlamın altında insan kanı, insan zamanı, insan kaygısından başka bir şey yok.
Haksızlığın, hukuksuzluğun, erdemsizliğin, eşitsizliğin, adaletsizliğin, sahtekârlığın, emeksiz yaşam sürmenin tüm harcını bu sözcükler karıyor, insan insanla yok ediliyor, insanlık yarattığı değerlerin gölgesinde öldürülüyor.
İnsanlık, mecbur bırakıldığı bir sistemin insan tetikçileri tarafından katlediliyor.
Daha az eşit olanlar aşağılanıyor, daha çok eşitler önünde perendeler atılıyor.
Lütfettikleri saatlerde, lütfettikleri irili ufaklı evlerde lütfettikleri yalanlar dinleniyor.
Çocuklarımızı yerimize geçmeleri için yetiştiriyoruz, onlara bizden daha iyi bir yaşam lütfu için yalvararak emeği tere katıp bir gün bile yaşayamadan ölüp gidiyoruz.
Karşı çıktığımızda hakkımızda takdir ettikleri cezaları gidip yatıyoruz.
Tüm bu sistem içinde, işin ilginç yanı, hâlâ bir umut arıyoruz.
Bu sistemin, bu düzenin, bu vahşetin insana da bir gün güneşi göstereceği düşünülüyor, yanılıyor insanlık bir kül halinde.
Ruh hallerimiz sürekli değişken, bir dakika umutlu on dakika kendini salıvermiş, sonraki zamanlar tamamen algısız bir hayat sürüyoruz. Umut var, umutsuzluk var, beklenti var, beklentisizlik var, isyan var, nefret var, acıma var, sevgi var, tekrar nefret var, korku var, var ha var. Bireyler değil, koskoca bir toplum bu belirtileri gösteriyor. Korkutucu bir tablo, belki de insanlık tarihinin bir ilkini yaşıyoruz, topluluk halinde delirmeye çalışıyoruz, kocaman bir delirememe salgını, deliremiyoruz.
Retorikle bezenmiş bu sanrının ortasında kaldık, güdülerimizle hayatta kalacağımıza ikna edilerek birilerinin daha çok palazlanması için hayatta kalmaya razı geliyoruz; adını erdem koyarak, adını hukuk koyarak, adını adalet koyarak, adaletsizliğin, erdemsizliğin, eşitsizliğin dünyaya daha çok hâkim olmasını sağlıyoruz; efendilerimizin saygınlığını koruyoruz.
***
Asi
“Hem açlık yüzünden başkaldırmak, hem sonra açlık yüzünden boyun eğmek! Hayır, hayır, artık bitmeliydi bu ahmakça oyun.” (Germinal, Emile Zola)
Asiliğe başladığı an, seni açlıkla tehdit eden, seni yoksullukla, yoksunlukla düşüren, süslü ve anlamsız sözcüklerle sana vaat veren, retoriğin kirli sularında gezinenden eser kalır mı? Sözcükler ömrünü tüketir ve derin bir sessizlikle boğmak isterler kaldırdığın başını. Seni boğacak olanlar senden olanlar, daha dün çay içtiklerin, yan yana geçtiklerin, komşun, akraban, yanın, yören, bir insanla boğacaklar seni.
Ama ya kalmayınca zincirlerden başka kaybedecek bir şey…
***
Çirkin
Bu oyunun çirkini, efendiler ile sen arasında kalandır. Efendilerin yoz beyinlerinden türeyemeyecek dili, sözü, siyaseti, sanatı sana satandır. Efendilere yakınlaşmanın kibrini, senin gönlünden kazanandır. Erdemi sana, erdemsizliğin rahatlığını efendiye anlatandır.
“Ben politika yapmam. Politika yapanları izlerim. ‘Ayna sizi çirkin gösteriyorsa, niçin aynaya kızıyorsunuz?’ Politikacı hep kendini yansıtan aynaya kızmıştır. Bir kez olsun kendi yüzüne kendinin yüzüymüş gibi bakamamıştır. Hep ayna kendini çirkin gösteriyor sanmıştır.” (Tutuklunun Günlüğü, Attila İlhan)
Her şey politik olmuşsa, politika yapılabilir mi?