Demokrasi derken yanlış anlaşılmasın, genele yayılmış bir demokrasi değil, kendi küçük demokrasiciklerimiz, az çok insan olduğumuzu yeniden hissetmeye çalıştığımız alanlar.
Siyaset ve hukuk, demokrasi kaygılarını başka bahara ertelemişken, küçük insanların hayata dair umutlarını yeşertmeye çalıştığı demokrasi bahçelerinden bahsediyorum, hobi olarak yapılan demokrasi.
Hobi demokrasisinin bahçelerine çokça insan sığındı, zoraki duraklarında mülteci muamelesi görüp, küçük tiranların şerrinden, son sosyal ilişkilerini de bırakıp, içlerine dönüş hazırlığı içindeler ve “Yeni toplumun kendisi de, varoluşunun tüm üç bin beş yüz yılı boyunca, küçük bir azınlığın sömürülen ve ezilen büyük çoğunluğun sırtından gelişmesinden başka bir şey olmamıştır ve şimdi her zamankinden daha fazla böyledir.” tespiti ile Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni yeniden yazılıyor.
***
Demokrasi bir ideal değil ancak hayatın evrimini anlamayı zorlaştıracak kadar kısa ömürde, yol kenarındaki şirin bir mola yeri. O pembe panjurlu, begonvillerle bezeli yol üstü, denizi görmeden önceki son duraksama da elimizden alındıktan sonra, sadece Yılmaz Erdoğan’ın “bilmek zorunda kalanların bildiği” yeni mola yerleri tamir edildi, yenileri kuruldu.
Sonra mı? Sonrası bildiğimiz sonralar; egolar, iktidarlara karşı iktidarlar, sadece ben bilirimler, duayenler, başka yerlerin serfleri yeni yerlerin agaları, elbirliği ile daha küçük koltuklar için daha amansız güç savaşlar vererek, kaçılan yerlerin modellerini yarattılar.
***
Yeni minyatür iktidarların sahipleri koltuklarında bahtiyar, ‘halk cahil’ söylemlerinden öteye gidemeyen ‘aydın’ betimlemeleri ile sosyal tatminlerine bir yenisini daha eklemeye devam ediyorlar.
‘Muhalefet zamları yaptı!’, ‘Çıkar telefonunu!’ nidalarının sahibi teyzeler ve amcaların yaşıtları olduğunu unutmuşlar, onlarla aynı dönemi, aynı coğrafyayı paylamış olmanın sorumluluğunu hiç taşımamışlar, dogmalarını zerre aşmamışlar, ahkam kesiyorlar hala.
Aynı zamanı ve dönemi paylaştıkları, bu beyler ve hanımların banal bulduğu halkı örgütleme işini üstlenip de darağaçlarında, işkence tezgahlarında, sürgünde, gurbette, tecritte, bedenlerinden veya hayallerinden vazgeçmiş kuşakların, profesyonel yas tutucuları olmaktan öteye gidemediklerini hala gözümüze sokmaya devam ediyorlar.
Küçük tiranlıkları uğruna harcadıkları insanların sırtında son vedalarını edeceklerini hayal etmeye devam ediyorlar.
Yani Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala, bu derebeyleri-kadınları akrep gibi kardeşim, hayatı zehirlemeye devam ediyorlar.
Ahmed Arif’in hala dört yanı puşt zulası, dost yüzlü dost gülücüklü, suskun, hayın, çıyansı.
Hasan Hüseyin size seslense ‘Gocunmayın güzel beyler hanımlar’ diye, biriniz gocunmaz, biliriz.
***
Sırtına binmeye çalıştıklarınızdan da öğrenemediniz ise hala ezberinizde olan ama içselleştiremediklerinizden öğrenirsiniz belki, ne yapalım umut halkın ekmeği işte;
"Şu eski ikiyüzlülük. Yaşam bir kavgadır ve en güçlü olan kazanır.
Uygarlığın tek yaptığı güzel sözlerle kanı ve nefreti gizlemek!" (Mülksüzler, Ursula K. Le Guin)