2019’un son günlerine yaklaşırken Brüksel’e iş gereği gitme olanağım oldu. Kent soğuk ve bir o kadar griydi. İlk gittiğim gün güneşle karşılanmış olsam da takip eden günlerde sıcağı hissetmek mümkün olmadı. Brüksel’in güneyinde kalan bir bölgede daha çok Fas’tan gelen göçmenlerin yaşadığı mahallede yer alan bir otelde kaldım.
Toplantılar ve yoğun bir iş haftasının yanında şehri yürüyerek keşfetmenin tadını çıkardım.
Brüksel’e ilk kez 2011’de gitmiştim. Avrupa Gönüllülük Yılı ilan edildiği için İsviçre’de yaşadığım o dönemde gönüllülük farkındalığının gelişmesi için içinde yer aldığım çalışmaları paylaşmak ve belki de işbirliği geliştirmek umudum vardı. Ne mutlu ki kısaca kendimden ve dahil olduğum çalışmalardan bahsettiğim e-postaya kısa sürede yanıt aldım. Belirlenen görüşme tarihinde de Avrupa Komisyonu’nun “Berlaymont” binasında buldum kendimi.
Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nden temsilciler beni güleryüzle ağırladı, heyecanımı paylaştı. Kendileriyle tanışma olanağım olduğu için gönüllülük alanındaki cesaretim daha da arttı. Belki de sayelerinde daha da çok kafa yormaya başladım ve bugün gönüllü yönetimi konusunda bir şeyler söyleyebiliyorum. Deneyimlerim katlanarak kalıcı yapıların oluşmasında ban yardımcı oluyor.
Brüksel’in merkezinde bir hostelde kaldım, iki günde merkezde her yeri gezdim. Şehrin merkezine uzak olan yerleri görmemiştim. Brüksel’i ilk ziyaretimde yaşadığım ve unutamadığım anım “Emirdağlı”larla tanışmamdı. Merkez Gar’dan çıkar çıkmaz karşıma kebapçı çıktı, karnım da aç olduğu için bir şeyler atıştırmaya gittiğimde Emirdağ’dan yoğun bir göçün olduğunu öğrendim. Göç alan şehirlerin kaderini göçmenler belirler. Aynı zamanda Avrupa’nın başkenti Brüksel’de yaşamanın da belli kültürel zorlukları olabileceği kesin.
Kültürel Zenginlik
Brüksel’e ikinci ziyaretim “Kooperatifler” ile ilgili oldu. 2017’de Avrupa Kooperatifler Ağı’nı ziyaret ettim. Bu ziyaret sırasında şehri daha fazla gezdim. Bu kez kaldığım otel kuzey bölgesindeydi. Merkeze ve eski şehre yürüyerek gitmek de mümkündü. Şehrin mağazalarla dolu sokaklarından yürüdüğümde Büyük Saray’ın önündeki meydan büyüleyiciydi. Belçika, Hollanda ve Fransa arasında kalmış bir kurtarılmış bölge gibi. Kendine has bir kültürü olmakla birlikte iki kültür arasında sıkışmış gibi de bazen. Sokaklarda iki dilli tabelalar ve birbirinden apayrı bir kökene sahip dillerin yan yana görünmesi İsviçre’yi anımsatırken özgün bir yönü olduğunu da hissettiriyor.
Özgünlüğün bir göstergesi de Belçikalıların askerliklerini Almanya’da yapmaları. Almanya ve Belçika bayraklarına da dikkat ederseniz renkleri aynıdır, hizalanması farklıdır.
Belçika’yı Brüksel’den ibaret görmek de yersiz olur. Brugge ve Gent gibi şehirleri yerel kimliklerini koruyan yerler. Brüksel, Avrupa’nın başkenti olarak en çok göç almış ve almakta olan bir şehir, bunun yanında öz kimliği dönüşmüş zaman içerisinde. Brüksel’in başkent olması, sonra Avrupa’nın merkezi olmasıyla şehirleşme yön değiştirmiş, sokaklarda farklı duygular dolaşmaya başlamış.
Yine de Brüksel görülmesi, yaşanması gereken bir yer. Bir şehrin kültürünü koruma çabası, gelişmişlerin yanında gelişmiş bir seviyeye ulaşma uğraşı her alanda hissediliyor.
Şimdilerde Avrupa Birliği’nin tüm politikalarını belirleyen icracı organ Avrupa Komisyonu Başkanı bir kadın oldu. Ursula Gertrud von der Leyen, Alman siyasetçi ve Almanya’nın ilk kadın savunma bakanıdır. Şimdi AB dümeninde kendisi var, İngiltere’nin AB’den çıkış sürecini iyi yönetmesi beklenen Leyen’den her alanda beklentiler çok yüksek.