Her şey 2016 yılında başlıyor gibi görünse de aslında daha geriye de gitmek mümkün. Ancak ben daha derli toplu bir anlatım açısından 2016 yılından başlayayım...
Çocuk İzlem Merkezi’nde ifade veren bir kız çocuğu, psikologlara kendisine yönelik cinsel istismarı gerçekleştiren kişinin annesinin yeğeni olduğunu söylüyor. Ancak Türkiye, vahimliklerin normalleştiği, anormalin günlük rutin olduğu bir ülke. Bu ve benzeri haberler ne yazık ki kamuoyunda büyük bir öfke uyandırsa da kanıksanmış ve normalleşmiş bir durum olarak karşımızda. Bu örnekte yaşananları,kız çocuğunun okulda görev yapan öğretmenin dikkati ortaya çıkarıyor.
Çocuk İzlem Merkezi’nde ifade veren kız çocuğu, yaşadıklarından annesinin de haberdar olduğunu söylediği zaman yine şaşırmayabiliyoruz. Toplum, bu ve benzeri durumları yaşamaya o denli alıştı ne yazık ki. Tüm bu gerçekleri öğrenen baba ise hem boşanma davası açıyor hem de anne hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Artık iş okulda fark edilen bir durum olmaktan çok daha öteye gitmiş durumda... Bundan sonrası uzunca sürecek bir hukuk mücadelesi...
Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada sanığa, yani annenin yeğenine 40 yıl gibi bir ceza veriliyor. Ancak, Türk Ceza Kanunu’nda üst limit 30 yıl olduğu için sanığın cezası 30 yıl olarak kayda geçiyor. Burada da mahkeme heyetine itirazlar söz konusu. Dava sürüyor. 14 Ekim’de gerçekleşen ve karar davası olması beklenen dava yine ileri bir tarihe ertelendi.
Menemen 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde ise bir başka dava görülüyor. Babanın suç duyurusu ile anne yargılanıyor. 13 Ekim Salı günü bu davada da karar bekleniyordu. Aslında bir yıla yakın süredir bu davada her duruşmaya karar duruşması olur umuduyla gidiliyor. Ancak dava 20 Ekim Salı tarihine bir kez daha ertelendi. Karar bu duruşmada verilir mi? Annenin ceza alıp almayacağı ise belirsiz.
Bir de satır arasında kalan ve çok da konuşulmayan üçüncü bir dava söz konusu. O da boşanma davası. Bitmeyen davalar silsilesinin son halkası da sanırım o. İşlemeyen hukuk mekanizmasının durumu getirdiği gülünçlük bu değil de nedir?
Bu hikayede bazı isimler yok. İsimlere pek ihtiyaç da yok. Yaşananlar ne yazık ki Türkiye’nin ortalama öykülerinden birine dönüşmüş durumda. Tüm bunlara rağmen bazı isimlerin olmaması çok daha iyi ve doğru olanı. Gazetecilik doğruları, tarafların isimlerinin verilmesi gerektiğini söyleyebilir. Yine aynı doğrular başka gerçekleri de ifade edebilir. Ancak hepsinden öncelikli bir kural varsa o da haberin kime ve neye hizmet ettiği üzerine. Kaleme alınan her haber, kamu yararına hizmet etmek zorundadır. Dolayısıyla gazeteciliğin doğrularının temeli bana kalırsa bu kural ile başlamalı.