Bahtsız, huzur yoksunu ülkem, yine siyasi gerilimin tırmandığı, demokrasi taleplerinin sokaklara taştığı ve devletin buna orantısız güçle karşılık verdiği bir süreçten geçiyor.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun siyasi geleceğini etkileyecek bir davadan hapis cezası alması, muhalefet tarafından "siyasi bir operasyon" olarak nitelendirilirken, iktidar ise bunun "hukukun işleyişi" olduğunu savunuyor. Ancak neredeyse ülkenin tamamının karnı bu palavralara tok.
Sokaklarda büyük bir öfke yükseliyor. Batık ekonomi artık düzelemeyecek bir hale geliyor. Hatta geldi.
***
Özellikle Z kuşağı gençleri, beklenmedik bir dirençle meydanlara çıkarak demokrasi, adalet ve özgürlük taleplerini haykırıyor.
Bu gençler, geleceklerinin siyasi hesaplarla karartılmasına razı değil.
Günlerdir bunu çok açık ve net bir şekilde haykırıyorlar.
Ellerinde sopa yok, silah yok…
Anayasal haklarının kullanmayı öğreniyorlar.
Ancak gel gör ki protestolar, sanki suç işlenirmişçesine polisin sert müdahaleleriyle karşılaşıyor. Gaz bombaları, plastik mermiler ve gözaltılar, sosyal medyada infiale yol açarken, insan hakları örgütleri devleti "aşırı güç kullanmakla" suçluyor.
***
Ancak ‘başıma bir şey gelmeyecekse’, bu tablonun bir de diğer tarafı var: Polis.
Türkiye’de emniyet mensupları da ağır çalışma koşulları, düşük maaşlar ve sistem içinde maruz kaldıkları mobbing nedeniyle zor durumdalar.
Aslında onların da canı burnunda yani…
Son yıllarda her ay ortalama 4 polis memurunun intihar etmesi, bu durumun en acı göstergesi. Görev başında psikolojik baskı altında olan, siyasi otoritenin emirlerini uygulamak zorunda bırakılan ve toplumun öfkesini üzerine çeken polis, adeta bir "sandviç" misali iki ateş arasında kalıyor.
Bir yanda görevini yapması istenen, diğer yanda insani ve vicdani kaygıları olan polis memurlarının, aslında sistemin kendilerine yüklediği rolden rahatsız olduğuna inanıyorum.
İnanmak istiyorum.
Sendikalaşma hakları kısıtlı, seslerini duyuracak mekanizmaları zayıf ve itiraz ettiklerinde işlerini kaybetme riskiyle karşı karşıyalar.
***
Yani anlayacağınız gençler polisin de hakkını arıyor ve savunuyor.
Toplum olarak tek istediğimiz insan gibi yaşamak.
Adalete güvenmek.
Peynir alırken üç kere düşünmemek. İnsan gibi sosyalleşmek, tatile gitmek, çocuklarımıza hak ettikleri eğitim, parası olmayanın ölüme mahkum edilmediği bir sağlık sistemi…
Halkın ve özellikle gençlerin öfkesi bastırılarak değil, dinlenerek çözülebilir.
Türkiye, demokrasi ve adalet taleplerini susturarak değil, bu talepleri dikkate alarak ilerleyebilir. Yoksa sokakların öfkesi ile polisin çaresizliği arasında sıkışan bir ülke olmaya devam edeceğiz.
Umudumuz, akıl ve diyaloğun galip gelmesi...
Bir de, anayasal haklarını kullanan, şarkıyla, türküyle adalet arayan çocuklarımızın burnunun bile kanamaması.
Kıymayın bebelere polis abileri…
Onlar sizin için de var!