Geçen haftaki yazımı depremden beş saat önce teslim etmiştim. Beş saat sonra doğa en acı çığlıklarından biriyle dalgalandırdı yeryüzünü. Ayağımızın altındaki zemin kaydı. Soğukkanlılığım bir yere kadarmış. Ölüyoruz, dedim. Tam durdu, duracak, durmuyor derken bir kez daha öyle bir savurdu ki; yıkılacak, dedim. Tek gayem sesimi duyurabilmek için şarjdaki telefonuma ulaşmaktı. Ama çaresizlik anı bana adım attırmıyordu. Tüm bu süre içinde kiriş altı, masa altı, koltuk önü bir sürü yer geçti aklımdan, oysa ben kapının dibinde hiçbir yere gidemeden öylece kalakalmıştım. Korku, çaresizlik, şaşkınlık… Biter bitmez telefonu elime almışım ama ailemle konuşurken hangimizin aradığını hâlâ hatırlamıyorum. Sonra da bir maske bulup dışarı attım kendimi.
Bu o günkü hayatımın iki dakikasının özeti… Yaşama nasıl tutunacağının, yıkıntı olursa altından nasıl haber verip yardım bekleyeceğinin, kendini evden dışarı atarken sadece kendinden, üstündekilerden ibaret olduğunun, varoluşun anlık olduğunun özeti…
Sonra gelen fotoğraflar, İzmir’in üzerinde kalkan toz bulutları… İçimizin yanacağının işareti…
O günden bugüne içimiz yanmaya devam ediyor. Sessizce tutuyorum yasımı. İzliyorum. Düşünüyorum. Sevdiklerimle şükrederek atlatıyorum şokumu.
Televizyonda ve sosyal medyada görüntüler zamanla azaldı. Enkaz kurtarma çalışmalarını izledik, kurtarılan canlar umudumuz oldu, cenazeler bir ucundan her evi yaktı, müteahhitlere kızdık, bazen İzmirlilik yapıp insanlar arası olması çok doğal olan dayanışmayı lüksümüz saydık, gelen erzakı marketine götüren adama, kolonları kesen firmaya bilendik, hayatını bir şey olmamış gibi devam ettirenlere kızdık, korkumuzu ve acımızı anlayanlarla sarıldık, deprem anında nereye gideceğimizi bilmediğimizi gördük, yerel yönetimlerin ve ağların önemini bir kez daha anladık.
Televizyonda ve sosyal medyada haberler de azaldı. Bir süre sonra tamamen ortadan kalkacak. Bir sonraki depreme kadar da anılmayacak büyük olasılıkla.
Oysa o büyük acının ardındaki diğer acılar, yaslar, sorunlar şimdi şimdi ortaya çıkıyor, çıkacak. Televizyonda adı geçmeyen mahalle ve semtlerde meydana gelen hasarlar, evlerine giremeyen insanlar, yaşanan korkunun travması, şoktan sonra gelen idrak ve tüm bunlarla birlikte devam edecek olan yaşam…
Geçen haftaki yazımda bireysel şiddetimizden çıkıp bedenin ve dünyanın acılarını duymaya, hakikati görmeye, hikâyeyi bilinçli olarak kabul edip o hikâyeyi unutup bastırmak yerine birleştirip dönüştürmeye çağırmıştım sizi. Çıkış noktası bambaşkaydı o yazının ama bir haftadır bu cümleler yine ses buluyor içimde.
Bedenin ve dünyanın acılarını duymak…
Doğa ses veriyor, dünya ses veriyor, beden ses veriyor. Dinle… Bak bakalım neren ağrıyor. Neren acıyor da üstünü örttüğün için, görmediğin için, işine gelmediği için, unuttuğun için, sana dokunmadığı için ya da dokunduğunu fark etmediğin için, yok saydığın için acını göremiyorsun…
Hakikati görmek…
Belki görmek istemeyeceksin. Gör. Görmeye çalış. Belki görüp o her zaman yaptığın ilk tepkiyi vereceksin. Başkalarına kızacaksın. Öyle olsaydı böyle, böyle olsaydı şöyle olmazdı diyeceksin. Olumsuzluklardan, mevcut durumun yıkımlarından, zararlarından bahsedeceksin. Suçlu arayacaksın. Acının öfkesini hissedeceksin. Hisset. Savurduğun öfkenle tatmin olacaksın. Olma. Çünkü tatmin olduğundan bastırıp unutacaksın bir sonraki öfkeye kadar. Olma. Gör. Görmeye devam et.
Hikâyeyi bilinçli olarak kabul edip o hikâyeyi unutup bastırmak yerine birleştirip dönüştürmek…
Gördüğün hikâye hoşuna gitmeyecek. Belki canını çok yakacak, acıtacak. Belki çaresiz hissedeceksin. Yapacak bir şeyin olmadığını düşünüp bir kurtarıcı bekleyeceksin. Belki çıkarlarını fark edip onlardan vazgeçmek hoşuna gitmeyecek. Böyle gelmiş böyle gider diyeceksin. Hayat şartları diyeceksin. Düzen diyeceksin. Bir daha düşün.
Değişim ve dönüşüm hem büyük adımlarla hem bireysel olarak atacağımız küçük adımlarla geliyor. Bunu her konu için düşünebiliriz ve düşünmeliyiz de… Ayrıca küçük adımı da büyük adımı da atan insan. Önce insan.
Soru basit, cevap uzun ve belki çok zaman meşakkatli… Ama denemeye değer…
Bugün ben, olduğum kişi olarak, elimdeki imkânlarla, haklarımla, sahip olduklarımla, evet ve hayır dediklerimle, satın alıp almadıklarımla, karşımdakini kandırıp kandırmama kararımda, çıkarıma uygun olan ve olmayanda insanlık için iyiyi mi besledim kötüyü mü? Bugün ben olduğum kadarıyla ve elimden gelenle insanlık için, dünya için, doğa için, yaşam için ne yaptım? Ne yapabilirim?