Bundan 104 yıl önce 7 Kasım’ı 8 Kasım’a bağlayan gece (eski Rus takvimine göre 25-26 Ekim) Rusya’da emekçiler yeni bir çağ başlattı. 71 gün süren Paris Komünü’nü saymazsak yeryüzünde ilk defa olarak işçilerin ve köylülerin yönettiği bir ülke kurdular. Dünya’yı temellerinden sarsan ve etkisi hala süren Ekim Devrimi pek çok yönüyle tartışıldı, tartışılmaya devam ediliyor. Hem burjuvazi hem de emekçiler pek çok dersler çıkardılar, insanlığın bugüne kadar gördüğü en büyük devrim olan Ekim Devrimi’nden. Ben bu yazıda biraz Ekim Devrimi, 2021 Kasım’ında Türkiye’de yaşayan emekçiler için ne söylüyor ona bakmaya çalışacağım. Zira çok ciddi paralellikler olduğu kanaatimdeyim.
1917 yılına gelindiğinde Rusya’da halk savaşlardan ve yoksulluktan bıkmış, ekmek ve barış talepleri etrafında bir araya gelmişti. Düne kadar kutsal saydıkları “Çar Babaları” kendilerine sırtını dönmüş, dolayısıyla bu sefaletten kurtulmak için mücadele etmekten başka şansları kalmamıştı. Bu süreçte başlıca iki grup ortaya çıkmıştı. İlki, mevcut kapitalist sistemin özüne dokunmadan bazı reformlar yapılarak bu kötü durumdan çıkılacağını söyleyen Kerenski ve taraftarlarıydı. Lenin ve arkadaşları ise kişileri değiştirmenin yeterli olmayacağını bir sistem değişikliğinin zorunlu olduğunu söylüyorlardı. Çünkü kişileri yaratan sistemdi. Bugün bu Çar’ı yaratan sistem yarın başka bir Çar’ı yaratırdı.
Tam bu noktada Türkiye’ye dönersek bugün de benzer bir tartışma içinde olduğumuzu görürüz. Bir takım çevreler bugün emekçilerin yaşadığı tüm sorunları Erdoğan’ın kişiliğiyle ilişkilendirerek açıklamaya çalışmaktalar. Hatta son haftalarda görüldüğü üzere iş Erdoğan’ın sağlığı üzerinden siyaset yapmaya kadar vardı. Bu siyasi bir acz olduğu kadar meselenin özünden ne kadar uzak olunduğunun bir göstergesi olarak da kayıtlara geçti. Bugün Erdoğan ülkeyi tek başına yönetiyor olsa da verdiği kararlar kapitalist sistemin işleyişinden bağımsız değil. Ali Babacan avanesi başta olmak üzere bir takım Millet İttifakı unsurlarının çözüm önerisi olarak gösterdikleri ve AKP’nin altın yılları olarak görülen 2002-2013 yılları arasındaki demokrat Erdoğan’la bugünkü otoriter Erdoğan sonuçta aynı kişi. Değişen şey Erdoğan değil. Değişen kapitalizm.
İktidarların temel amacı herhangi bir zorlukla karşılaşmadan toplumları yönetmektir. 2002-2013 dönemi, dünyada para bolluğunun olmasından dolayı toplumların zor kullanılmadan da yönetilmesine olanak veriyordu. Yoksa Erdoğan bir sabah uyanıp da sözde demokrat gömleğini çıkarıp otoriterlik gömleğini giymedi. Ne zamanki ülkede para bitti sopa ortaya çıktı. Üstelik sopa sadece Türkiye’de ortaya çıkmadı. Brezilya, Hindistan, Polonya, Macaristan ve en sonunda da Trump ABD’si “demokrasi” olarak bilinen ülkelerin ne kadar kolay otoriterleşebileceğini hepimize gösterdi.
Mesela ülkemizde de bazı demokratlar tarafından göklere çıkarılan Merkel’in “demokrat” tavrının nedeni Merkel’in çok iyi niyetli ve çok demokrat bir kişi olması değil. Almanya ekonomisinin hala cari fazla vererek ülkeyi sopa olmadan da yönetebilme olanağını Merkel’e vermesidir. 1933 yılına kadar da Almanya bir “demokrasiydi” ve sonrasında neler yaşandığını hepimiz biliyoruz. Yine bir kadın olan ve “demokrasinin beşiği” İngiltere’de iktidara gelen Margaret Thatcher’in rızayla yönetemediği İngiliz toplumuna karşı nasıl sopaya sarıldığını yaşı yetenler hatırlar.
Tekrar 1917 Rusya’sına dönersek Şubat ayında reformcu kanat olan Kerenski ve arkadaşları iktidara gelirler. Çar sahneden çekilmiştir ancak kapitalist sistem devam etmektedir. İktidarı almadan önce savaştan çıkacağını vaat eden Kerenski savaşa devam kararı vermek zorunda kalmıştır. Yoksullara karşı zenginleri koruyan yasaları değiştirememiştir. Ne zamanki Ekim ayında iktidarı alan Bolşevikler Çar’ın kendisiyle beraber tüm sistemi de tarihin çöplüğüne atmışlar işte o zaman gerçek değişim yaşanmıştır.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan da tam budur. Çar’ın gitmesi elbette iyi olmuştur ama sistem değişmediği süre yeni Çar’ların çıkma ihtimali her zaman vardır. Biz yeni iyi bir Çar istemiyoruz, Çar’ın olmadığı ama Çar’lık düzeninin devam ettiği bir ülke de istemiyoruz. Biz demokratik bir halk cumhuriyeti istiyoruz. Erdoğan’ın gidip Akşener’in gelmesi emekçilerin sorunlarını çözmez. O yüzden artık kişileri değil sistemi tartışmaya açmak zorundayız. Pandemi yüzünden bir kez daha gördük ki akıl dışı bir sistem kapitalizm hem doğayı hem insanı çöküşe götürüyor. O yüzden sosyalist seçeneğin daha yüksek sesle dile getirilmesi lazım. Kurulma çalışmaları hızlanan 3.ittifakın açıklayacağı programın bu temelde ele alınması eminim ki başta işçiler, kadınlar ve gençler olmak üzere kapitalist sistemin mağdur ettiği tüm kesimlerin yoğun desteğiyle karşılaşacaktır. Bugün Ekim Devrimi’nden çıkarmamız gereken en somut ders bence budur. Ekim Devrimi’ni gerçekleştirenlere bir kez daha selam olsun.