Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada yankı uyandıran bir haberin detaylarını okumayı çoğumuzun yüreği kaldırmadı. Babasının cinsel istismarına uğrayan bir çocuğun çizdiği resimlere bakamadık muhtemelen.(Ki resimlerde sadece ‘Hayır!’ diyen bir çocuk var. Geri kalanı yayınlanamayacak içerikte imiş.) T24 de çıkan Gökçer Tahincioğlu’nun haberine göre, yıllardır süren hukuk mücadelesi sonucu 8 yaşındaki kızını istismar suçlamasıyla 50 yıl hapis cezası alan fail, istinaf mahkemesinden çıkan kararla serbest kaldı.
Annenin verdiği hukuk mücadelesi, karşılaştıkları engeller, istismarcının korunması, çocuğun defalarca aynı şeyleri yaşamak zorunda kalması, cezasızlık, adalet duygusunun yitimi… Maalesef münferit vakalar değil bunlar. Çocuk istismarı, ensest davalarının raporlarının yetkililer tarafından kamuoyuyla bilinçli olarak paylaşılmaması, bilimsel araştırmalara kapatılması bile devletin bu konudaki ‘hassasiyetini’ gösteriyor.
Bu dava bana yaklaşık üç yıl takip ettiğim, kamuoyunda Bergama tecavüz davası olarak bilinen davayı hatırlattı. 12 yaşındaki çocuk tecavüze uğradığını söylediği Din K.V.A.B.öğretmenin de tecavüzüne uğramıştı. O dönem ‘Fethullah’ı n Dikili İmamı’ diye nam salmış Rasim Kocabaş, savcının odasında çay içerek ifadesini vermiş, bir gün bile gözaltına alınmamış, hatta memleketi Konya’ya tayini çıkarılarak ödüllendirilmişti. Diğer davada ise, istismarcı babanın avukatı Deniz Feneri Derneği’nden!
Rabia Naz davası da geldi şimdi aklıma, N.Ç. davası da… Hep birileri etkili yetkili başak birileri, bir yerler tarafından korunuyor. Devlet kapısına adalet için gelenler, karşısında Saray’ın kalın duvarlarını buluyor.
Bir şekilde dava süreci başlatılmış olsa da çile bitmiyor adalet arayışındakiler için. En temel sorunlardan biri, istismara uğramış çocukların ifadelerinin alınması ve dava boyunca psikolojik olarak korunmaları! Duruşmadan bir gün önce, istismarcı ile karşılaşacağı düşüncesine dayanamayarak küçük kalbi duran çocuğu nasıl unutabiliriz? Bergama davasında, çocuğu oraya oturtup istismarcıların ‘iftira atıyor!’ demelerini dinlettiler. O iki mahlukatla aynı salonda olan çocuğun gözlerindeki keder ölürsem aklımdan çıkar.
İstismarcılar, genelde çocukların yakınları; babası, abisi öğretmeni, kuzeni komşusu… Yani bildiği, sevdiği, güvendiği kişiler. Çocuğun yaşadığı travma zaten çok ağır iken, bunu kendisine niçin yaptığını asla anlamadığı o kötü adamla tekrar karşılaştırmak, aynı korkuyu aynı acıyı yaşatmak… İnanın cümlenin sonunu getiremedim.
Bu konuda çocuk ve kadın hakları savunucularının çok ciddi önerileri, bilim insanlarının çalışmaları var. Dava süreçlerinden çocuğu en az hasarla çıkarabilecek çözümler dosyalarda hazır. Yeter ki, çocuğu önceleyen, çocuğun çıkarını, hakkını gözeten bir adalet anlayışını tesis etme niyeti olsun! ‘Nasıl bir adalet?’ sorusuna verilecek cevap önemli! Bizlerin itiraz ettiği ‘Erkek adalet’ çocukları ve kadınları her defasında bir kez daha örseliyor. O yüzden ‘Gerçek adalet’ i tesis etmek için mücadele ediyoruz. Faillerin korunmadığı, hak ettikleri en ağır cezaların – indirimsiz – verildiği, yargılama süreçlerinde mağdurların gözetildiği bir yaklaşım bekliyoruz. Çocukların başına zaten yıkılmış bu dünyada, bir de Saray’ların duvarlarının yıkılmasını artık istemiyoruz. Bunun için tüm toplumun, yönetenleriyle birlikte ‘amasız fakatsız’ cümleler kurması ve uygulamaları hayata geçirmesi hayati önem arz ediyor.
‘Bir kereden bir şey olmaz.’ Diyen bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı gördü bu ülke. Hiç yılmadan çocuk ve kadınlar için mücadele edenleri de… Etmeye de devam ediyoruz. Hep birlikte edelim. Çocukların düşlerini çalanlara ve onları koruyanlara karşı sesimizi daha yüksek çıkaralım! Aksi takdirde bedenen ve/ve ya ruhen ölen çocuk mezarlığı olarak kalacak bu topraklar. ‘Çocuklar uyurken susulur, ölürken değil!’ çünkü…