Her acının bir gerekçesi olmalı herhalde.
Herhalde acının gerekçesi olmadan acılığı anlamsız.
Acıların gerekçelerini bulma konusunda bazılarımızda bir gen olsa gerek.
Gerekçeli olmadan acı çekilmez, acı hissedilemez, başkasının acısı yaşanılmaz.
Yoksa sayıyla dört yazıyla dört kardeş ve acı kadar gerçek kardeşlerin acısını algılamak için gerekçe aramazdık.
Sırtında kızını taşıyan babanın yoksunluğunu ve çaresizliğini de…
Çocuklar üşümesin diye saç kurutma makinesini açan anneyi de…
Gerekçelere gereksinim duymadan, bütün yakıcılığı ile bütün isyanı ile bütün kahredişi ile dümdüz, dolanmadan her hücremizde tüm hücrelerimizde yaşardık.
Nedenleri ve nedensizlikleri, imalı eleştirileri, inançlarımızı, düşüncelerimizi bir kenara bırakıp yaşardık.
O olmanın ne olduğunu biraz olsun anlayabilirdik.
Ama gerekçelere ihtiyacımız var, beynimizin ve anlayışımızın tatminini sağlayacak nedenselliklere ihtiyaç var, ‘ama’lara ihtiyacımız var.
Var çünkü karşı çıkmanın filizlenmesinin getirdiği ağırlık göğsümüzün üstüne çöreklenip kalmasın aman ha,
Var çünkü yalın gerçekliğin yansıması bile yeterli nefesimiz sıkıştırmak, gözyaşlarımızı içimizde boğmak için.
…
Böyle öğrendik, böyle biliyoruz.
Sayı ile dört yazı ile dört işte, biri de model işte, psikolojik sorunları vardır işte, umarım vardır, var olsun ki yoksulluğun imdat bile diyemeyişi suratımıza çarpmasın.
Yalın, sade, korkusuz bir yoksulluğu kabul etmekten korkalım.
Yalın ve sade bir acıyı retoriklerimizle süsleyip kendimize yabancılaştıralım.
Acıyı acı olmaktan, kendimizi kendimiz olmaktan çıkartalım.
Kargaşa olmasın, kaos olmasın.
Gerekçe ve nedenlerimizin içinde değişmeyecek bir hayatın durgunluğunda yeni acılara yelken açalım.
Yoksulluk, yoksunluk ve çaresizlik var olsun, bizi acıtmasın.
Ne diyelim öyle olsun, ama aksini demiş olanlara AŞK olsun.
…
Yaşadığımız toprakların dili belki de bizi bize daha iyi anlatıyor:
‘gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin…
paralar girsin diyedir kalantor kasalara
toprak sömürülsün diyedir orta çağlarda
ışıksız kalsın diyedir bir koca ülke
karanlıkta boğazlaşsın diyedir güzel yüzlü insanlar
fabrikalar işçi yesin para kussun diyedir
kıyılar yağmalansın ormanlar çiftlikleşsin
bankalar yağ bağlasın tekeller et bağlasın
holdingler palazlansın ortaklıklar göbeklensin
bu rüzgar böyle essin
bu değirmen böyle dönsün
bu çuvallar böyle dolsun diyedir
koçero'nun dağlarda medetsiz yalnızlığı!
gocunmayın güzel beyler
hanımlar
alınıp incinmeyin
yeni değil bu hikaye
bu oyun eski oyun!’[1]
Acıyla yüzleşmek için yalnızlığa ihtiyaç yok en azından, güzel beyler hanımlar.
[1]Hasan Hüseyin Korkmazgil, Koçero-Vatan Şiiri