Geçtiğimiz günlerde on sekiz müzisyenin bir araya gelerek seslendirdikleri “Susamam” adlı parça gündeme adeta bomba gibi düştü. İktidar yerel seçimlerde aldığı yenilginin şokunu henüz atlatamamışken hiç beklemedikleri bir yerden, hiç ummadıkları bir anda böylesi bir çıkışın gelişi sadece iktidar tarafında değil muhalefet kesimlerinde de ayrıca bir şaşkınlığa yol açtı desek çok da abartmış olmayız. Muhalefette açığa çıkan şaşkınlığın sebebi olarak tek tek örnekler dışında sanırım uzun zamandır bu türden güçlü çıkışlara şahit olmayışımız gösterilebilir. İktidar cephesindeki şaşkınlığın sebebi ise malum.
Bu türden güçlü itirazların toplumsal alanda yarattığı etki de şüphesiz itirazın kendisi gibi güçlü olabiliyor. Bunu da yaşayarak gördük. Böylesi durumlarda iktidarın da “sanatçı” kozunu devreye sokmak için elde ne varsa piyasaya sürdüğüne defalarca şahit olduk. Şöyle bir hafızamı zorladığımda Gezi Direnişi günlerinde toplumun farklı kesimlerinden yükselen güçlü itirazların itici gücüyle, kentlerin soylu meydanlarında yerlerini alan sanatçılar geliyor aklıma. Bunların karşısında ise iktidar kanadının apar topar kameralar önüne çıkarttığı “ünlüleri” de hatırlıyorum tabi. Ne diyordu Kurtlar Vadisinin Polat Alemdar’ı Gezi Direnişi için hatırlayalım. “Geceden gündüze değil de, bugünden yarına değil de, çok acil olarak değil ama çabuk çabuk yapılması gerekiyor.” Dileyenler biraz dişini sıkıp bu “dâhilik” gerektiren konuşmanın tamamına internetten ulaşabilir.
İlk “sanatçı” hamlesi başarısızlıkla sonuçlanan iktidar o günden bugüne “sanatçı” arayışlarından hiç vazgeçmedi. Sanatçı bulamazsa futbolcuları ekrana çıkarttı. Referandum için, seçim için, sınır ötesi operasyonlar için; her zaman vatandaş tarafından tanınan birilerini harekete geçirdi. Bunları yaparken hesaba katmadığı en önemli şey ise ekrana çıkartıp konuşmalar yaptırdığı bu “ünlülerin” toplumun büyük çoğunluğu tarafından saygı görmeyen, eleştirilen bir dolu olayla anılan kişiler olduklarıydı. Kaldı ki tüm denemelerin ardından Cumhurbaşkanı “kültür sanat alanında iktidar olamadık” diyerek önemli bir itirafta da bulunmuştu hatırlarsınız. Bir kültürel inşa faaliyeti olarak iktidar, yeni bir tarih yazıcılığı uğraşlarından, yeni sanatçı yaratma çabalarına kadar her yolu denedi. Sonuç mu? Elde var Yavuz Bingöl, Hasan Kaçan. İktidarın sanatçısızlığı kaçınılmaz bir sonuç ve değişmeyen bir gerçek olarak her denemenin ardından kendisini görünür kılıyor. Elbette bu değişmez sonucun ortaya çıkışında birçok sebebin yanında iktidarın ve tabanının sanatla olan sorunlu ilişkisinin de payı büyük. Bu sanatçısızlık hali AKP’yi “sanatçı devşirme”, “sanatçıyı yeniden tanımlama” ve “sanatçı imalatı” gibi yöntemler izlemeye zorluyor. Alev Alatlı gibi hiçbir zaman karşı saflarda olmasa da aslında tam olarak kendisinden de olmayanları devşirmek, Yavuz Bingöl gibi eski “solcuları” yeniden tanımlamak ve şiir gibi en çaresiz kaldıkları alanlarda ise en kaba halleriyle birilerini ortaya sunup şiir olmayan tuhaflıkların sahibi “şairleri” imal etmek. Ve tüm bunları toplumun önüne sanatçı diye çıkartmak. Sanata dair söyleyecek hiçbir sözü ve eldekiler içerisinde herhangi bir sanatsal üretimi yapabilecek nitelikte kimsenin olmayışının getirdiği, değişmeyen, hazin sonlu işleyiş… Bunlar üzerinden yapılacak en gerçekçi değerlendirme herhalde siyasal ve ekonomik iktidara rağmen gerçek kültürel bir iktidarın Akp açısından mümkün olmadığıdır.
Alın size aydınlıktan, barıştan, eşitlik, adalet ve özgürlükten yana olanların memleketten umudu kesmemesi için koca bir gerekçe daha.