Hiç oturup bir gün kendinizi dinlediniz mi?

Benim en çok yaptığım şey galiba.
Kenara çekilip kendimi dinlemek.
Ben insanları üçe ayırıyorum. Belki de kendimi...
Kalbim, beynim ve ben.

Kalbimde ayrı bir kadın, beynimde ayrı bir kadın ve bunları izleyen ayrı bir kadın- yani BEN var.

Ne yalan söyleyeyim kalbimdeki kadın çok da muhatap olmak istediğim biri değil.
Fazla hassas, fazla kırılgan, her şeye canı acıyan.
Sanki bir tek o üzülmüş, sanki bir tek onu kırmışlar.
Ay bir trip, bir trip!

Genelde kendisiyle çok muhatap olmak istemesem de ara ara ziyaret ederim onu.
Derdini dinler, öneriler sunar, bazen hiç acımaz lafımı da sokarım.
Hatalarını bir bir söyler sonra yine de kıyamaz sımsıkı sarılır, saçlarını okşar, alnından öper, 'Hadi sen dinlen' der oradan kaçarım.
Ne yalan söyleyeyim, her zaman acımışımdır kalbimdeki o kadına.
Acınacak bir tarafı olduğu için değil, acınacak bir tarafı var sandığı için acırım.
Ve kalbimdeki kadının hatalarını görür uzaklaşırım...

Ama beynim öyle mi?
Beynimde acayip renkli bir dünya var mesela.
Dans eden, şarkı söyleyen, hoplayan, zıplayan, hayattan keyif almaya çalışan bir manyak.
Kalbimden daha eğlenceli olduğu kesin.
Ha evet, beynimin de kötü yanları yok değil.
Mesela tam bir işkolik. Hele bir de sorumluluk verildi mi 7/24 çalışması yok mu, beni delirtiyor!
Hayır, yatıyorum yatağa bir rahat uyuyayım diyorum- yok! Gecenin bir yarısı bir fikirle uyandırıyor beni.
Aslına bakarsanız bu yazıyı bile önceki gün gece 4'te yazdım.
Tabii ki beynimde.

Gecenin bir yarısı uyanıp beyinde yazıyor sonra da bilgisayara döküyorum.
Şu işkolikliği olmasa aslında çok tatlı biri beynimdeki kadın.
Onu da 'Geçmişte de o kadar çalıştın ne oldu, kim bildi kıymetini' diyerek dizginlemeye çalışıyorum ama bakalım hayırlısı.
Benim beynimin kusuru da bu işte. Gerçi hoş gemileri değil, donanmaları yakmayı da çok iyi bilir ya neyse...

Ha bir de ben var yazımın asıl kahramanı.
Beynini de kalbini de dinleyen.
Yeri geldiğinde onlarla kavga eden, onları sorgulayan...
Yeri geldiğinde onlara ders veren ben.
Hatta bazen ikisi kavga ederken çekirdeğini eline alıp film izler gibi izleyen.
Bazen de ikisi arasında ezilen.

Bazen onları susturan, bazen gözlemleyen, bazen teselli eden...
Ama her zaman dizginleri elinde tutmaya çalışan ben.
En sevdiğim sözlerden biridir, 'Beynin seni değil sen beynini yönet' sözü.

Kabul, insanın kalbini de beynini de yönetmesi kolay bir şey değil ama biraz çabayla imkansız da değil.

Peki, insanlar bunu neden yapmalı?

Nihayet yazıyı yazma nedenime geliyoruz.

Çünkü ben insanların kendi kusurlarını ve hatalarını görmeyip, kendilerini mükemmel sanmasından çok sıkıldım.
Kabul edelim; öfkesine, sevgisizliğine, kıskançlığına, bencilliğine mahkum olmuş yaratıklarız biz.
Sırf öfkeli diye, kendi öfkesini kontrol edemeyip trafikte, orada burada birbirine sataşan insanlardan da sıkıldım.
Sırf kendisini sevmiyor diye bir kadını öldüren erkeklerden de.
Sürekli başkalarının duygularını ve düşüncelerini kontrol etmeye çalışan ama kendi duygularını yönetemeyen egosu yüksek kişilerden de...
Kendini üstün ırk sanıp, gidip zavallı hayvanlara kötülük yapanlardan da.

Hani bir laf vardır ya, 'Lan deme lan babam kızıyor' diye.
Kendisine yapılmasını istemediği şeyi acımasızca başkalarına yapanlardan da çok sıkıldım.
Kabul edelim, dünya hiçbirimizin etrafında dönmüyor.
İnsanlar biz onları incitelim, öldürelim, onlara kötülük yapalım diye de dünyaya gelmedi.
Hepimiz hata yapıyoruz ve hatalarımızı kabul etmeliyiz.
Sürekli başkalarını suçlamaktan da vazgeçmeliyiz.
Ne bileyim işte olur da bir gün insanlar iç dünyalarına döner, mükemmel olmadıklarını fark eder, kendi hatalarını görür de dünya düzelir diye umut ediyorum.
Umut işte ya fakirin ekmeği...