Ülke yangın yeri, biz de kentlerin felaketlerle sınavına kendi penceremizden bakalım, tartışalım istedik…
Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada insan faaliyetinin doğa üzerinde yarattığı baskıya ve tahribata dayalı olarak her yıl daha fazla felaket yaşanıyor. Selleri yangınlar, depremleri salgınlar takip ediyor, hatta bazen aynı anda birden fazla felaket meydana geliyor.
Ulus devletlerin organizasyon kapasitesi, siyasi konsolidasyon ve ekonomik güçler gibi yapısal ve dönemsel kabiliyetleri ölçüsünde felaketler karşısında önlemler alan ülkeler, felaketlerden eşitsiz etkileniyor ve eşitsiz koşullarda felaketlerle başa çıkmaya çalışıyor. Koronavirüs salgınında hala aşı bulamayan geç kapitalistleşen ülkeler ve aşıyı üretip dünyaya satan emperyalist ülkeler örneğinde olduğu gibi… Dünyadaki genel eğilime göz attıktan sonra Türkiye’ye döndüğümüzde ise daha içeriden ve daha kendimizi katarak konuşmaya başlayabiliriz.
Türkiye’de biz felaketlerle nasıl başa çıkmaya çalışıyoruz?
Hala devam eden yangınlarda gördük ki devletli iktidar yönetiminde Türkiye yaygın yangın felaketine karşı son derece hazırlıksız. Sarayda uçak çok ama yangın söndürmeye uçak yok. Yurt dışından kiralanan uçaklarla ülkedeki onlarca yangın söndürülmeye çalışılıyor. Helikopterler yetersiz ve işlevi sorgulanıyor…
Yangınlarla küle dönen kentlerin seçilmiş meşru başkanları, yöneticileri, milletvekilleri çaresizce haykırıyor, öfkeleniyor, kentlerini geleceği belli olan yangınlardan korumak için yardım istiyor.
Şehr-i Emin, yani kenti emanet ettiğimiz kimseler, belediye başkanları; yol kenarında oturmuş çaresizlikten ağlıyor. Kentleri emanet ettiğimiz insanların elinden bir şey gelmemesi, öfkeyle haykırması ve yardım dilemesi gerçekten tahammül edilebilir bir durum değil.
İtfaiyeciler, orman işçileri, polisler, askerler, küçük büyük her yaştan yurttaş yangını söndürmek için canla başla gayret ediyor; herkes elinden geleni yapıyor, canını bile veriyor…
Türkiye’yi yangın söndürecek uçağı bile olmayan bir ülke haline getiren devletli iktidarın tek adamı ise otobüsüyle gezerek yurttaşların kafasına çay atıyor. Ne büyük çaresizlik; hem onun hem de ülkenin geri kalanını oluşturan hepimiz için.
Sözün özü; kentlerde yaşanan felaketlerde siyasi görüş ayrımı olmaksızın her yurttaş ve her kamu personeli elinden geleni yapıyor, kol kola gayret ediyor ama felaketlerle mücadele felaket yaşandığı anda sergilenen birliktelikten çok daha fazlasını gerektiriyor.
Eğer devletli iktidar felaketlerle mücadele için gerekli olan ulusal kapasiteyi, gücü ve ekonomiyi tarumar etmişse, kentlerin Şehr-i Eminlerine büyük bir görev düşüyor; kentleri felaketlere karşı hazırlamak, kentleri felaketlere karşı örgütlü bir toplum haline getirmek için.
Kentlerin kaynaklarını; kentlerin yurttaşlarının ve kentlerde hak sahibi olan tüm canlı-cansız varlıkların huzur, güven ve refahı için harcamak, örgütlü ve güçlü bir kent toplumu yaratmak için seferber etmek, devletli iktidarın kazdığı çukura düşmeden Türkiye’yi geleceğe taşıyabilecek büyük bir potansiyeli de harekete geçirecektir.
Bırakalım o elinde çay poşetleriyle dolaşsın dursun; biz kentlerimizi, yurttaşlarımızı ve ülkemizi koruyan, güçlendiren ve geliştiren bir başka çözüm siyasetini yaşama geçirelim.
Kentleri, sorunları ve çözümü tartışmaya buradan devam edeceğiz…