Merhaba Turgut,
Bir elim çenemde, öbürü bilgisayarın kıyısında... Bilmez miyim, bilirim elbet ne yazacağımı gel gör ki “Şu mektubu hiç yazmasaydım!” makamında dolanıp durmaktayım nicedir. Ne çok insan var bundan geri sesini duyamayacağım, mektuplarımı okuyamayacak, bir fincan kahvenin hatırında buluşamayacağım...
Kalktım masadan.
Düştüm “Yanık Değirmen” yoluna! “Tipi” tutmadan yolları, bir testi su doldurdum “Kuşkayası”ndan. Sonra vardım sizin Dilan’a. Yazıya durmuş “Kara Kuzu”lar, ardında gençten bir çoban. Seni sordum. “Tanımam mı Turgut abiyi, hem okurum da!” dedi. Sevinç içindeydi. Kayboldu kolu azık torbasında... Bir kitap ışıladı parmak uçlarında. Tanıtımını birlikte yaptığımız, o ayrıntılı konuşmamın hem kaydını hem çözümünü armağan ettiğin “Suçsuz Kadınlar”. Ah, nasıl sevindiğimi nasıl söylesem sana!
O çobanı, çobanları aradım geçen sonyaz Kars’a gittiğimde! Ne nahır kalmış ne çoban sevgili arkadaşım. Boş duruyor koca koca yaylalar. Ağaçlar da bırakıp gitmiş sizin oraları. Bahçelerde, sessizlik otları bitiyor... bacalarda duman sessiz! Senin üçüncü sınıfına yetişen Dilan’ın okulu da kapısına vurulu asma kilit gibi boynu bükük!
Kars’a gittim derken düşsel bir yolculuk değil sözünü ettiğim. Kucağında “Tipi”, çantanda “Kara Kuzu”nun çıktısı, bulduğun her saniyeyi severek verdiğin romanınla TRT İzmir Radyosunun kapısında karşılaşmamızı da aldım yanıma, ver elini o hep görmeyi istediğim Kars! Kimler varsa bu yöreden tanıdık, başta sen, hepinizle dolaştım/ dolaştık Kars’ı iki gün soluksuz... Sonra Ardahan...
Sahi, niye kahve yok senin memleketin kahvehanelerinde? O iş hepten kafelere kalmış. Zaten kahvehane de az senin memlekette; varsa yoksa adım başı çay ocağı!
***
Sevgili Turgut,
Önceki gün de kalktım, kimseye haber vermeden sizin mahalleye gittim. Gelip geçtiğin keder yüklü, bırakıp gittiğin gibi duran sokaklarında dolaştım. Yenilenen üç beş yapının ötesinde her şey bıraktığın gibi... Yine eğri büğrü sokaklarında çocuklar oynuyor. Yine meraklı, sakin, kendi halinde insanlar gelip geçiyor.
Nereye gitsem, neyi düşünsem seninle ilgili, senin hemen arkandan (arada birkaç ay var yok) “Tipi”nin Can Yayınlarından çıkışı düşüyor aklıma... Görmeliydin o baskıyı!
İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Tipi”yi ulaştırdığında çok sevinmiştim senin adına. Sonra da o gece okumuştum. Ne çok benzerlikler bulmuştum çocukluklarımızda. İkinci sınıftaydım. Evet, ilkokul ikide... Kış mevsiminin, buradayım dediği aylardan biri, belki ocak ya da şubat, o, beş-on evlik mahallemizden üç-beş çocuk yola düşüp de toplana toplaşa ırmak boyuna varınca, tipinin marifeti, ırmağı bulamayıp eve dönmüştük kuşluk vakti. Ne anlatmışsan “Tipi”de, mekânı, çoğun kar altındaki çocukluk yollarım saymış, bizim oralara taşıyıvermiştim öykünü.
Bir şey daha var “Tipi”ye ilişkin unutmadığım:
“Yaklaşık ilk otuz sayfada sonraki bölümün akıcılığını bulamadım.” dediğimde söylediğin o gün gibi duruyor kulağımda:
“Aslında seksen sayfalık bir romandı bu, ille de yüz sayfa olacakmış, uzat dediler, ben de girişe bir bölüm koydum ama olmadı, yama gibi durdu, farkındayım.”
“Kara Kuzu”yu da beğendiğimi, o dönemde genel yayın yönetmeni olduğum K Yayınlarının kitapları arasında yer alacağını söylediğimde yüzünün nasıl aydınlandığını da unutamam.
Nasıl da kolaydı sevinmelerin sevgili Turgut!
Daha ilkokul yıllarında yutar gibi okuduğun kitaplara yenilerin ekleme hevesin, bir dostla bir köşe başında ya da yol ortasında karşılaşmaların, son noktayı koyduğun bir roman, bir yayınevinden gelecek iyi haber, kitabını okurken gördüğün çocuklar, dostlarının yeni çıkan kitapları, bir dergide yayımlanmaya değer bulunan bir şiirin, kitapların için yazılanlar... Bu küçücük sevinçlerin her biri, sana geçim derdini, dünyanın sıkıntısını, zor taşınır haksızlıkları bir anda unutturan kocaman muştular gibiydi.
2002’de yayımlanan “Suçsuz Kadınlar” romanının tanıtımında yaşadığın mutluluğu, duyumsadığın onuru hiç unutmadım sevgili Turgut! Ülkemizde hayat, özellikle de kadınlar için, her geçen gün daha da çekilmez, katlanılmaz oluyor. Ama onların sesi ve direnci de inadına yükseliyor. O sesin içinde “Suçsuz Kadınlar”ın soluğu da var.
Sevgili Turgut,
Onca yokluğa, yoksunluğa karşın yine de iyi bir çocukluk geçirdiğinden açardın sözü, “Çünkü özgürdüm!” diye de bağlardın. Ve üzülürdün gözü/ aklı balkondan sokağa düşen çocuklara... Artık balkonlarda da görünmez oldu çocuklar; dizleri, dirsekleri kanamadan büyüyen bir kuşak hızla genişliyor. Elbet onların romanını yazmaya da başka bir Turgut oturacak.
Sokaklar, kırlar, bayırlar bizimken çocuk olmak şansımızdı belki de, ne dersin?
Arkadaşlar sesleniyor, sokağın başında iki lafın belini kırmaya...
........................
Turgut Erbek (yazar, gazeteci/ 10 Şubat 1959-24 Ocak 2011)