1944 yılında MaxHorkheimer ve TheodorAdorno tarafından yazılan “Aydınlanmanın Dialektiği” kitabı 1923 yılında Almanya’da kurulan Frankfurt Okulu’nun en etkili eserlerinden biri olarak nitelendirilir. Kitabın adını anmamın sebebi “Kültür Endüstrisi: Kitlesel Bir Aldatma Olarak Aydınlanma” adlı bir makale içermesidir. Bu anlamda makale “kültür endüstrisi” kavramının irdelendiği ve adının anıldığı en önemli metindir.
Metindeki eleştirinin temelinde, kültürün insanlar tarafından değil; kâr ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla tekelci bir konum edinme ihtiyacı olanlar tarafından yönlendirilmesi yer alır. Adorno metnin sonunda endüstriyel üretim formuna sokulmuş kültürün, iktidarlar tarafından bir yönetim aracı olarak kullanıldığı sonucuna varır. Kültür-sanat, siyasal tarih perspektifinden incelendiğinde çoğu zaman totaliter genel veya yerel iktidarlarca farkı niyetlerin manivelası olarak kullanılmıştır. Sonuç her zaman hem insanlık hem de kültür-sanat için hüsran olmuştur.
Peki kentimiz kültür sanat üretimi açısından hangi noktada? İzmir’in bir kültür politikası var mı?
İzmir’in yaklaşık on yıldır belirli bir plan ve hedef çerçevesinde yürütülmekte olan bir kültür politikası bulunmakta. Bu politikanın uzun vadeli olarak biçimlenmesi için ilk adım 2009 yılında düzenlenen “Kültür Çalıştayı” ile atıldı. İzmir’in tarih boyunca Ege, Akdeniz ve Anadolu uygarlıklarının beşiği olması sebebiyle dünyanın kültür başkentlerinden birisi olma potansiyeli üzerine kurgulanan çalıştayın en önemli çıktılarından birisi, kültür alanında çalışmalar yapacak bir kent akademisi kurulması olmuştur. Böylece 2012 yılının başında “Akdeniz’in Kültür, Sanat ve Tasarım Kenti İzmir” hedefinin yaşama geçmesini sağlayacak birim olarak “Akdeniz Akademisi” kurulmuştur. Akademi’nin manifestosunda iki temel amaç şu şekilde açıklanmakta:
“İzmir Akdeniz Akademisi, temelde iki işlev görecektir. Bu işlevlerden biri, bir düşünce kuruluşu olmasıdır. Bu yönüyle vizyonu yaşama geçirecek stratejileri geliştirecek, bu yolla İzmir’in ufkunu genişletecek, çalışmaları rutinlere hapsolmayarak sürekli yeniliklere açık kalacak, İzmir’in vizyonunu geliştirmek için gerekli entelektüel kapasiteye paydaşlarıyla birlikte katkıda bulunacaktır.”
Akdeniz Akademisi bundan birkaç ay önce Turizm ve Dış İlişkiler Dairesi’ne bağlanmıştı. Bu değişiklik, müdürlüğün kültür sanat alanındaki tetikleyici/kolaylaştırıcı rolünün, kültürün pazarlanıp ve tüketildiği turizm alanına kaydırılması manasına geliyordu.
Öte yandan Kültür Sanat Dairesi’nde de bazı değişiklikler yapıldığı bugünlerde basın yoluyla gündeme gelmiş durumda. Basına yansıdığı şekliyle Kültür Sanat Dairesi Başkanlığı'na, daha önce Makine İkmal Bakım ve Onarım Dairesi Başkanı olan Kadir Efe Oruç’un getirildiği, Kültür Sanat Dairesi Başkanlığı’nı 5 yıldır yürüten Funda Erkal Öztürk'ün de Makine İkmal Bakım ve Onarım Dairesi Başkanlığı’na atandığı belirtilmekte.
Liyakat üzerinden baktığımızda Kadir Bey 2011 yılında “İç Kontrol Uzmanı”, 2019 yılının başında mühendis kadrosundan 1. derece daire başkanlığına atanmış, endüstri mühendisliği eğitimi almış bir bürokrattır. Funda Hanım ise ODTÜ Şehir Plancılığı mezunu, kent ve kent kültürü üzerine yazıları ve entelektüel derinliği olan bir bürokrattır.
Adorno, makalesinde sonuç olarak “insanlık açısından büyük bir kayıp” tespiti yapar. İzmir açısından da yerel bürokraside kültür ile endüstri kelimelerinin böyle garip bir şekilde yan yana gelmesi, Akdeniz Akademisi’nin kentteki kültür sanat üretimini tetikleyen/kolaylaştıran rolünün kültür pazarlayıcısı (turizm) misyonuna evirilmesi, İzmirli kültür üreticileri ve aktörleri açısından da aynı şekilde, yani “büyük bir kayıp/gariplik” olarak değerlendirilmekte.
Artık kentin kültür sanat adına karar verici kurumunun başında bir endüstri mühendisi, makine bakım dairesinin başında ise bir şehir plancısı var. Bu noktadan çıkışla ulaşım dairesi başına konservatuvar mezunu bir tiyatro sanatçısı, fen işleri dairesine bir biyolog, park ve bahçeler dairesine bir tıp doktoru atanabilir (mi?)