Yargı sisteminin bağımsız olmadığı, fikir ve ifade özgürlüğü bulunmayan baskıcı rejimlerde namlunun ucundaki mesleklerin başında basın sektörü gelir. Tabii bu, görevini hakkıyla yapmaya çalışan, gerçeklerin peşinde koşan, sistemde aksayan ne varsa, halkın çıkarı doğrultusunda yazmaya, anlatmaya çalışan gazeteciler için geçerlidir. Sistemden beslenenler için değil!..
Basın özgürlüğü, fikir ve düşünceleri serbestçe açıklayabilmektir ve bu hak demokrasi ile sağlanabilir. Türkiye gibi öteden beri ‘demokrasi özürlü’ olan ancak son yıllarda tamamen rafa kaldırıldığı ülkelerde gerçek gazeteciler için mesleklerini gerektiği gibi yapabilmek çoğu zaman başına gelebilecekleri de göze almak demektir.
Basın tarihimiz, halkın bilgi alma özgürlüğü için mücadele eden gerçek gazetecilerin, bundan rahatsız olan karanlık güçlerce yaşamlarını nasıl feda ettiğine ilişkin destansı, acıklı öykülerle doludur. Hangi birini sayalım…
Son olarak Kocaeli Ses Gazetesinin ‘her şeyi’ olan meslektaşımız Güngör Aslan’ın katledilmesi, yerel basının ve yerel gazetecilerin de nasıl tehdit altında olduğunu bize gösterdi. Açıkçası çok etkilendim, meslektaşımın geriye dönük pek çok yazısını okudum, ihaleler, yolsuzluklar, çarpık iş ilişkileri, karanlık ortaklıklar…Kentinde olup bitenleri cesurca yazmış, tehdit aldığını söylemiş; bırakın korunmayı yazdıklarıyla ilgili bir soruşturma bile açılmamış.
Zaten hep böyle olmuyor mu; nerede bir pislik, yasa dışı ilişki, yolsuzluk vs. var, bunların üzerine gidilmiyor ama yazan gazetecinin başı belaya giriyor. ‘Sen niye bu hukuksuz, ahlaksız, kural tanımaz işleri yazıyorsun’ deniyor. Çünkü sistem, pisliğin üzerine gitmeyi değil, üstünü örtmeyi biliyor. Hani, öldürülmesiniz bile darp, tehdit, işini kaybetme, mahkeme kapılarında sürünme ve tabii tutsaklık; işin rutini oldu.
İşte, son örneklerden Yağız Barut’un tamamen belgeleri dayalı haberi nedeniyle ifadeye çağırılması, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi grup sözcülüğü seçimiyle ilgili yazdıkları nedeniyle Ümit Kartal’ın üzeri kapalı tehdit edilmesi… Sedef Kabaş’ın tutukluluğu, muhalif kanallara baskı ve yıldırma…
Gerek ulusal, gerek yerelde basın mensuplarının fikir ve ifade özürlüğü olmadan mesleklerini yapmaya çalışması, yazarken, konuşurken kelimeleri seçmek zorunda kalması, her sözcükte ‘benim ve bağlı olduğum kurumun başına bir şey gelir mi’ endişesi taşıması kabul edilebilir bir durum değil. Ama ne yazık ki geldiğimiz durum bu!.. Nefes alamıyoruz, yaşamak için en önemli ihtiyacımız, acilen demokrasi!...