Bornova'da küçük bir arsada, çocukluğumun haylazlığında belirmişti ona olan sevgim. Gittiğim ikinci maç, Altay-Beşiktaş maçıydı. Beşiktaş tribünündeydim ve Altay taraftarı büyük bir saygı ile karşılamıştı bizi o zaman. Dinlediğim şarkıların arasından geçen siyah-beyaz düşler yıllar sonra önüme düştü.
Dile kolay, 15 yıldır maçlarına gidiyorum Altay'ın. Çalıştığım alanlarda haklarını korumak, destek yaratmak için de elimden geleni yapıyorum. Elbette bu, Altay taraftarı açısından ilginç bir durum da oluşturuyor. Nedeni, benim Beşiktaşlı olmam. Bu bir tutku. Bugün aşık olduğum, içinde kendini asla yalnız hissetmediğim taraftar grubu neredeyse yok denecek derecede. Açıkçası Beşiktaş'ın yönetim anlayışıyla taban tabana da zıt düşüncelerim. Hala Burak Yılmaz'ı içime sindiremedim mesela. Nedeni Galatasaray maçında yapmış olduğu hareketten ziyade, Trabzon maçında Beşiktaş’a attığı gole sevinmeyen Olcay Şahan'a yaptıkları. Neyse, konumuz bu değil. Duruşunu yitirmeye başladığı için Beşiktaş, üzgünüm biraz. Hülasa; Altay maçlarına gitmek de benim için çok keyifli. İşyerimde ve evimde her ikisinin de bayrağı var. Elbette Altaylı arkadaşlar beni pek Altaylı kabul etmiyor. Bence haklılar ama ben armasında İzmir yazanı sevmeyi sürdüreceğim. Gelelim 106. Yıl’a... Altay Taraftarlar Derneği Alsancak’ta, Sosyal Yardımlaşma Derneği de Tarihi Havagazı Fabrikası’nda bir kutlama yaptı. Gerçekten ismine layık güzel kutlamalar gerçekleşti. Altay öyle herkesin tutabileceği bir takım değil. Süper Lig tarihindeki yeri hala silinememiş, başarıları hala yok edilememiş koca bir çınar.
O gün bütün bunları yazarken mahallemizin muhtarı sayılan Ceren Ablamız da oradaydı. Gönlü başka renklere kaymış… Hafif endişeli, mahallenin hali ne olacak diye düşünmekte. Bir takım oluşturmuş kendisi, içinde karikatüristler, yazarlar, ressamlar filan her hafta mahallenin durağına gazete yapıştırıyorlar. Bornova o dönem heyheyli bi yerdi. Şimdi de öyle… Mahallenin en güzel kızı TEDAŞ Lojmanları’ndan maviş gözleriyle okuluna gitmek üzere. Basketbol sahasında kaleler kurulmuş, okul, bugün kendinde bulamayacak bizi. Ceren geliyor, biraz kaba saba yürüyüşüyle. Kendisi karikatür kahramanı kıvamında bir şeytan. Korkuyla kalkıyoruz ayağa. Maç başlayacak az sonra. Karşı mahalle de geliyor. Rakip takımda Bilal, Sülüman, bizim takıma göz kırpan Ahmet, Ali ve yüzü gülmez bir kabadayı kılıklı Recai. Maç başlıyor, daha başında hoca dedikleri, bunlardan yaşça büyük adam bizim takımdakilerin ayağını kırmaya çalışıyor. Pata küte giriyor herifçioğlu, bizim hafiften yufka yürek hakem Ceren Ablamızın kafasından dumanlar çıkıyor tabii ama ses etmiyor, kabadayıdan korkusuna. Neyse bu hoca bir müddet sonra kendi takımına da çıkışınca, kabadayı olanı bunu alıp tel örgülerin ardına tekmeleyerek yolluyor. Bizden de birkaç kişiyi ‘sen onun arkadaşı değil misin lan?’ diye sepetleyince, biz biraz sinirleniyoruz tabii. Daha ilk kez gördüğümüz, durmadan bizi döven adamı mı savunucaz? Neyse bunlar ilk yarı önde, epey farkla. Arada bize de tekme tokat devam. Neden sonra aklımız başımıza geliyor… Ulan bunlar bizim mahalle de bizi döverek bir de yenecekler mi yahu? Biz neden susuyoruz ki? Hepi topu karşımızdaki bizim gibi insan.
Neyse ne geçip gidiyor maç. Elvan gazozlar elimizde, Ceren Abla gülerek geliyor, ‘İyi yendiniz ha, hiç beklemiyorlardı bu yenilgiyi’ diye gülüyor. E diyoruz ‘burası İzmir'in en afilli mahallesi’. ‘Sahi ne dedi o kaba saba adam sana giderken?’ diye yapıştırıyoruz soruyu. ‘Kim bu gavur oğlanları, nasıl yendiler bizi?’ demiş. Ceren'in dumanlar dağılmış başında, hemen cevap vermiş; ‘Gavur değiller, hele şu kara tam buralı. Biliyor musun bizden önce de bu topraklardaymış. Sen ‘gavur'u ne sanırsın be kardeş demiş adam asıl ona gıcık oldum, onun top hayatını bitiricem bekle gör’. ‘Kim o?’ demiş. Ceren de laf aramızda pek sevmez bizim mahalleliyi, bir avuç insan der bazı ama o an ağzından dökülüvermiş ‘O bir Altaylı’ demiş :)
Hikayenin devamı Tuğrul Keskin'de, biraz da onu sıkıştır be Ceren apla...