Siyasette olayları, sözleri ve eylemleri birbirine bağlamak çok önemli. Türkiye’de siyasetçilere duyulan güvensizlik bir dediklerinin diğerini tutmamasındandır.
En güvenilir kurumların başında gelen ordu, yargı ve üniversite bir “paralel yapılanma” görünümü altında Hollywood senaryolarını anımsatan biçimde paramparça edildi. Bir muhbir aklı başındaki meslektaşını terörist ilan edip, teröristle savaşacak diye yandaş teröristini göreve getirerek bu kurumları içeriden çökerttiler. Genç subaylara eş olsun diye tanıştırılan özel eğitim gören genç kadınlar, daha hovardalara eğlence için sunulan eğitimli kadınlar, bunun magazin kısmı gibi dursa da, casusluk, raporlama, devşirme olaylarının tümü ülkenin her bir tarafında yaşandı.
Bunu örgütleyenin başı şimdi Amerika’da. Amerikan iç istihbarat örgütü bu kişiyle işbirliği yaptığını sitesinde resmen açıkladı. Bu kişinin açtığı okulların “bazı görevleri” vardı. Bunların ajan yetiştirdiğini söyleyen Rusya bu okulları kapattı. Sadece bize değil her yere dal budak salan bir teşkilatlanma.
Olayların örgütlenmeye başladığı tarih eskilere dayanıyor. Herkes kendi araştırması veya kişisel deneyimi ile bazı ipuçlarını görebiliyor. Örneğin, “İzmir’in Anadolulaştırılması” deyimi ile 1989 seçimlerinden önce İzmir’de tanıştım. Zamanın belediye başkanı bir davet verdi, golf projesinde kendisi için çalıştığım kişi beni oraya götürdü. İnciraltı’nda golf projesi yapacak diye bir Amerikalı ile tanıştırdı. Sözün arasında bu seçimi kim kazanır diye sordu: Yüksel Çakmur dedim. Amerikalı, İzmir ve Ege ile ilgili turistik bir kitap yazmış, kuşe kâğıda baskılı, ünlü kitapçılarda satılıyor. Çok da emek verilmiş bir kitap. Bana sorarsanız birileri hazırlayıp basıp, onun adını koymuşlar. Amerikalı, Yüksel Çakmur adını duyunca gerildi, ama “İzmir değişti, Anadolulaştı” diye itiraz etmek istedi ancak benden notunu hemen aldı. Dediğim çıktı, Yüksel Çakmur da seçimi yüzde ellinin üzerinde bir oyla kazandı.(yüzde 52,4)
O yıllarda doğuda güçlenen PKK örgütlenmesine karşı geliştirilen “din tutkaldır” sözünün kaynağı ve arkasından yetiştirilen Hizbullahçılar ve paralelinde Fethullah hareketi önemli iki eylem türüdür. Birisinde devlet tarafından arkalanan ve korunan bir şiddet örgütü, diğerinde ise entrika.
ABD işi bittiği zaman kurduğu örgütleri dağıtır, gereğinde öldürür. Bazı liderleri yanına alır, kimine öldü süsü verir. Türkiye’de Hizbullah dağıtıldı, diğeri Amerika’ya çekildi. Görevi başka maşalar, ajanlar üstlendi.
Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin adaylarının 1989-94 dönemindeki uygulamaları ve parti siyaseti 1994 de büyük bir dönüşüme, hüsrana yol açtı. Burhan Özfatura, İzmir’i Doğru Yol Partisi’ne kazandırdı. Ankara’da Melih Gökçek, İstanbul’da ise Recep Tayyip Erdoğan Refah Partisi’ni yerelde iktidara taşıdı. Birden sahne değişti, Refah’tan AKP’ye dönüldü ve Türkiye bir cendereye sokuldu.
Türkiye bu çemberi 2019 seçimlerinde başta Ankara ve İstanbul’da kırdı. İzmir ise oldum olası “milli görüş” ve devamı düşüncesine direnmeye ve ülkeye umut vermeye devam etti.
İzmir’in Anadolulaştırılması için yapılan çabalar yetmeyince, 5 milyona yakın Suriyeli ülkenin dört bir tarafına dağıtıldı. Bu sadece Araplaştırma değil, ortalama kültürün düşürülmesi, din öğesinin ön plana çıkartılması, ülkesine ihanet eden terörist Suriyelilerin ilerideki görevleri için bizim aramıza sokulması anlamına da geliyor.
Gerçekten var olan mülteci sorununu, insani boyutun arkasına gizleyip, Truva Atını kalenin içine sokmaya benzer bir durumdur bu.
Tabii ki yapılacak çok insani hizmet var, ama sadece bu gözle bakılırsa, 2024’te İzmir her yönden karışır. Urla’yı “münferit olay gibi görmek” yanlıştır, aman dikkat!