Geçen hafta yazımı “Hikâyelere sarınalım” diyerek bitirmiştim. Başlığı da böyle koymuştum ki vurguyu daha çok yapabileyim, hikâyeler bizi ayakta tutsun, bize güç versin. Gördüm ki hakikaten öyle olmuş. Geçen haftaki yazım çok daha geniş bir kitleden ve her zamankinden farklı kişilerden güzel mesajlarla döndü bana. Evet, hikâyeler bize güç veriyor, bizi ayakta tutuyor. İyi ki!
Hayatın eşzamanlılığı öyle güzel ki tam da sizler o yazıyı okuyup bana yazarken ben arkadaşlarımla birlikte bizi salgın dönemi boyunca birbirine daha çok bağlayan ve bizi ayakta tutan hikâyeleri elime almış, yazarlarının gözlerinin içindeki mutluluğu izliyor, onların heyecanını paylaşıyordum.
Hayat salt iyi veya salt kötü değil. Her şeyi zıddıyla birlikte barındırıyor. Hele bu içinden geçtiğimiz zamanlar gösterdi ki; insan aynı anda birçok duyguyu çok derinden yaşayıp anlık dalgalanmalarla birinden diğerine geçebiliyor, üzüntüden sevince, coşkudan hüzne, öfkeden özleme… Hüznün azalmazken coşkun artabildiği gibi kaygın bitmeden umudun yeşerebiliyor. Bize de tüm duygularımızı kucaklayıp onlarla dans etmekten keyif almak düşüyor. Hayat böyle bir şey… Yaşam böyle bir hikâye…
Salgın döneminde tüm bu hızlı dalgalanmalara rağmen hayata tutunmaya, düzenimizi korumaya ve yeni koşullara göre yenisini kurmaya çalışırken bizim de sığınağımız edebiyat oldu.
Ferhat Uludere ile uzun süredir yaratıcı yazarlık atölyelerinde bir araya geliyoruz. Onun İstanbul’da Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde ilk dersini anlatmasının üzerinden on yılı aşkın zaman geçmiş, edebiyata ve yazı alanına emeği yirmi yıldan fazla; İzmir’de Yazı Çizi Çeki’de yaptığımız ilk ders 2016’da, dün gibi… Bu süreçte edebiyata ve yazmaya gönül vermiş birçok kişi ile tanıştık, onların yazın yolculuklarına eşlik ettik, çok güzel dostluklar kurduk. Yazı atölyeleri bugünün edebiyat mahfilleri…
Daha önce de bu mahfilimizden ortak öykü kitapları hazırlamıştık. 2020’de salgın, zamanımızın ortasına düşmüşken ve hayatlarımızı farklı farklı alanlarda etkilemeye başlamışken bu kez bu zamana tanıklık etmek için bir araya geldik. Bir bölümü yazdıklarını ilk defa basılı görecek 11 öykücü salgının etkilediği alanları, yaşadıklarını, duyduklarını, öngörülerini kurgu yetenekleriyle birleştirdiler, Edisyon Kitap heyecana ortak oldu ve ortaya salgını kendine zemin alan öyküleri barındıran Sene 2020 çıktı.
“Değişen yaşamların, farklı gelecek tahayyüllerinin, ateşlenen ve yarım kalan aşkların, kendini bulmaların, yalnızlıkla baş etmelerin, bilinmeyen benliklerle karşılaşmaların, komplo teorilerinin, şehrin ve kenar mahallelerin, yakın tarihimizin, küresel bir dünyanın ve zihnimizdeki sınırsız evrenlerin hikâyelerinden oluşuyor Sene 2020…”
Bu kadar tatsız haberin arasında bir de salgın hikâyesi mi okuyacağım diye düşünenlerdenseniz bir daha düşünmenizi öneririm. Bunun birkaç sebebi var.
Salgının başında birçoğumuz geçmiş salgınların hikâyelerine odaklandık. Edgar Allan Poe’nun salgını bazen karakter bazen zemin olarak kullandığı öykülerini okuduk, araştırdık. Albert Camus’nün Veba’sında sorular sorduk, cevaplar aradık. Bilimkurgunun, distopyanın dehlizlerinde dolandık. Hikâyelere sarıldık.
Bilmediklerimize cevap bulabilmek kadar düşünmediğimiz yönden de düşünebilmekti amacımız. Algımızı genişletebilmekti. Kendi bakışımızdan öte bir açıdan bakabilmekti.
Ve dediğim gibi hayat sadece iyi veya kötü, siyah ya da beyaz değil. Yaşamın ölümle iç içe geçmesi gibi, her şeyin tezatıyla var olması gibi zeminde ne olursa olsun yaşam umudu içinde barındırıyor. Bu öyküler de…
İzmir’den, İstanbul’dan ve Ankara’dan 11 yeni öykücünün; Ceylin Erbak Aytekin, Didem Arslan, Elif Çelikkayalar, Faden Müge Mersin, Gözde Beyazıt, Kaan Öztürk, Meral Zeynep Elçin Oral, Müge Yücelsin, Reşat Eraltuğ, Yaprak Karaman ve Zehra Kazlı’nın bu heyecanlı yolculuklarına davet ediyorum sizleri…