Çeyrek asırdır sivil toplumun içindeyim. İzmir’de Atatürk Lisesi öğrencisiyken uzaktan ilişkilendiğim sivil toplum, ODTÜ öğrenciliğiyle bende ete kemiğe büründü. Mezuniyetimden sonra da gönüllü ve bağımsız aktivist olarak yıllarımı geçirdim sivil toplum kuruluşlarında. Gezi ile birlikte tamamen örgütlü oldum. Geçen haftadan beri süren dernek ve vakıfları yine iki dudağın arasından çıkacak olan ‘’kapatın’’ sözcüğüyle bir anda kaybedilebilecek kurumlar var ülkemizde. Yasal olarak bir sözcükle kapatılabilecekler artık.

Bu iktidarın, yönetemediği her kurumun önce içini boşaltması ya da yapısını değiştirme çabasına sık sık şahit olduk. Birkaç örnek işte size: HSYK’yı diledikleri gibi yönetemedikleri için referandumla yapısını değiştirdiler. Ve bugüne kadar gelen baskıcı tek adam rejiminin alt yapısını güzelce oluşturmaya başladılar. Ya da birkaç aydır süren “ikili baro” tartışmalarının temelinde yatan şey “Biz bu haliyle baroları yönetemiyoruz, bari kendi baromuzu kuralım” anlayışından başkası değil. Türk Tabipler Birliği’ne söylemedik söz bırakmadılar. Bizzat iktidar eliyle terörist ilan edildi gerçek halk kahramanı hekimler.

2013’te Gezi Olayları’nın ardından sivil toplum kuruluşları büyük bir baskı altına girdi. Faaliyetleri kısıtlandı, etkinlikleri iptal edildi, bazılarının yürütücüleri yargılandı, yargılanıyor. Taksim Dayanışması’nın başına gelenleri hatırlayın lütfen. Hadi o detayda izlemediyseniz Osman Kavala’nın halâ tutsak olduğunu ve her fırsatta en ağır sözlerle ülkeyi bölmeye çalıştığının söylendiği bir ülkede yaşıyoruz.

15 Temmuz’dan sonra KHK ile her gece yüzlerce binlerce dernek ve vakfı kapattılar. Bunların gerçekten ne kadarı FETÖ ile iltisaklıydı bilemedik hiç birimiz. Aynı döneme denk gelen KHK’lar ile sivil bir dayanışma içinde olan Barış Akademisyenleri’nin başına gelenler farklı mıydı? Hayır… 1 gecede yüzlerce akademisyenin unvanları ellerinden alındı, açlığa mâhkum edildiler.

***

Şimdi geldiğimiz nokta nedir? Dernek ve vakıflara kayyum atanmasının önünü açan, Cumhurbaşkanı'na kuruluşların malvarlığına el koyma ve faaliyetleri durdurma yetkisi veren yasa mecliste kabul edildi. AKP’li milletvekilleri tarafından Meclis'e sunulan ve Cumhurbaşkanı ile İçişleri Bakanlığı’nın yetkilerini genişleten, dernekler, vakıflar, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarına kayyım atamasının önünü açan kanun maddeleri yasalaştı. Yıllardır seçilmiş HDP’li belediye başkanlarını terör örgütü ile ilişikli gösterip yerine kayyum atayan hükümet baktı ki bu iş sadece siyasi partilerle olmuyor, kancayı şimdi de dernek ve vakıflara taktı.

Ama içiniz rahat olsun. Bu durumu eleştiren Yeni Şafak yazarını bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arayarak kendisini teskin etmiş anlaşılan. Ve “STK yasasının asla sivil toplumu zayıflatmayacağını, STK'ların İslâmî çalışmalarını engellemesinin söz konusu olmayacağını, buna ilk önce kendisinin karşı duracağını” söylemiş. Yani, İslami faaliyet altında yürütülen dergâh, kurs, yatılı okul vs. faaliyetlerinin durdurulması söz konusu değil. Yani, cemaat ve tarikatlar istediği gibi örgütlenmeye devam etsin. Yani, doğa, çevre, gençlik, engelli, kadın, lgbti+, mülteci gibi alanlarda faaliyet gösterenleri hak temelli kurumlar ayağını denk alsın yasasıdır bu. Yani, hükümetin hoşuna gitmeyen işler yapan tüm kurumlar ve sivil siyaset ve doğrudan demokrasi artık tehdit altında. Yani, demokrasiyi tabana yayan, meseleleri toplumsallaştıran meşru faaliyetler artık meşru değil.

***

Tehlikenin ne kadar büyük olduğunun farkında mısınız? Sivil toplum kuruluşlarını da tıpkı medya gibi, tıpkı kendilerine bağlı faaliyet üretmeyen her kurum gibi ikiye ayırma yasası bu. Benim derneğim/senin derneğin yasası bu. Daha doğrusu, fişlenen derneğin yaşamayacağı bir düzen bu. Bunun arkası nasıl mı gelir? Meslek odalarına sıçrar bu iş. Meslek birliklerine gelir sıra. Ardından sendikalara. Ve yanı sıra siyasi partilere. Kayyum ile yönettikleri kurumların sayısını arttırmayı hedefliyorlar artık özetle.

Felaketler yılı 2020 bitmiyor gerçekten…