Eylül...

İç organlarımıza kadar selam çakan sıcağın, saunayı aratmayan nemin, kimi zaman amazon ormanlarında hissettiren bol yağışı bir arada yaşadığımız yaz ayını bugün itibariyle teorik olarak sonlandırdık. Teorik olarak diyorum çünkü bir zamanlar coğrafya dersinde öğretilen “yazlar sıcak ve kurak ,kışlar ılık ve yağışlı “şeklindeki dört mevsim tanımı tarih olalı çok oluyor. Küresel ısınma ve iklim değişikliğine dikkat çekmek için uzun yıllardır dünyanın dört bir köşesinde farkındalık çalışmaları yapan başta Greenpeace olmak üzere bir çok sivil toplum kuruluşunun geleceğimiz için ne denli önemli bir çağrı yaptığını şimdilerde daha iyi anlıyoruz. 2011 yılında yayımlanan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak ve kurak, yağışlar açısından düzensiz ,belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağı anlatılıyordu.Su kaynaklarının azalması,ekolojik sistemde bozulma ve tabi orman yangınları bu raporun en çok altı çizilmesi gereken satırlarıydı.Raporun üzerinden yıllar geçti.Bu günlerde alevlerini yüreğimiz acıyarak izlediğimiz binlerce ağacın ve canlının ,hepsinin bizim aldığımız nefes olduğunu daha iyi anlıyoruz. Dilerim daha acı tecrübelerle yaşamak durumunda kalmayız önlem alınması için. Şimdilerde yerel yönetimler,duyarlılık sahibi sanatçılar ,sivil toplum kuruluşları ve elbette işin ciddiyetinde olup sorumluluk hisseden yurttaşlar, yeni ormanlar yaratmak adına fidan dikme çalışması yaparak doğa ananın gönlünü alma gayretindeler.

Yakın zamanda bir yazımı tamamen bu konuya ayıracağım. Yapacak iş çok ve bu sadece fidan dikmek ile de sınırlı değil. Şimdilik bu kadarını yazayım...

Bu ayın takvim yaprakları sevinci, hüznü, utancı,coşkuyu bize her duyguyu tattıran günler içeriyor. 1 Eylül'de beyaz güvercinleri uçurduk gökyüzüne ,ülkece en çok ihtiyacımız olanı dileyerek, barışı...Tam bir hafta sonrası bu kavramın ne denli önemli olduğunu hatırlattı bu ay. 6-7 Eylül'ü...

Tarihin en utanç verici günlerinden biridir 6-7 Eylül 1955.

Ne olmuştu ?

Yenileyelim toplumsal hafızamızı.

15 kişi hayatını kaybetti,300'den fazla kişi yaralandı,yüzlerce kadın tecavüze uğradı barbar bir güruh tarafından.

Atamızın evini yakmışlar diye bağırdı birileri, yakanlar katledilenler değillerdi,ama kafatası o günün glikoz şurubundan ibaret olanlar nefretini kustu yüzlerce masum insana.

73 Kilise, 1 sinagog, 2 manastır ve mezarlıklar tahrip edildi, etrafa savrulan kemikler gözyaşları ile toplandı. Hrisantos Mantas isimli 90 yaşında bir rahip diri diri yakıldı...

4.214 ev, 1.004 işyeri, 26 okul, 21 fabrika saldırıya uğradı...

Barışa ve kardeşliğimize vurulan darbe,vicdanımızda kapanmayan yara 6-7 Eylül.

Yaşamını yitirenleri hüzünle anıyorum.

***

Öyle günler vardır ki şehir ile özdeşleşir, onunla yaşar.

Bugün..9 Eylül...

Barış, kardeşlik, hoşgörü ve demokrasinin kenti canım İzmirimin Kurtuluş Günü, 9 Eylül.

İzmir’in dağlarında çiçeklerin yeniden açmaya başladığı gün ...

Esaretin önüne Cumhuriyet’in “C” sinin konduğu “cesaretin” günü.

Neresine giderseniz gidin bu güzel kentin ,9 Eylül ile ilgili bir anı görürsünüz

Her sokağında ,her köşesinde ayrı bir kahramanlık öyküsü var.

Güzel İzmir’in Kurtuluşunun 97. yıl dönümünü ,bu büyük gururun mimarı ebedi başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını saygı ve şükranla anarak kutluyorum..

Bu haftaki köşemi Marco Melgrati'ye ait çok beğendiğim ve bugünlerde bana Canan Kaftancıoğlu 'nu anımsatan bu çalışmasını ve aşağıdaki dizelerle ile sonlandırıyorum.

Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler!

Yenilir hiç olurum fark etmezler!

Susma, susamam!

Korkma yanıma gel!