İnsan denen canlı türünün dünya gezegenindeki serüvenlerini anlatan Sapiens kitaplarıyla tanınan antropolog-tarihçi Yuval Noah Harari’nin Neksus adlı kitabını öncelikle ve özel bir ilgiyle okudum. Özel bir ilgiyle, çünkü benim uzmanlık alanımı, yani iletişimi kapsıyor ve hayalgücü ile beslenen “bilgi ağları” kura kura insanlığın nerelere geldiğini anlatıyor.
İlişkili bir konuda benim kitabım Dijital Tufan üç ay kadar önce yayınlanmıştı. Harari’nin çok satacağı belli olan kitabının Ingilizcesi’nin gelmesini bekliyordum; devir sürat devri, sıcağı sıcağına Türkçesi çıka geldi.
Çanakkale’de bir kitapçıda bulup hemen okumaya başladım. Korktuğuma uğramadım, çevirisi iyi çıktı.
Tam 460 sayfa. Bilgi dolu ama Harari bazen kendisini kaptırıp İbrani mitolojisi gibi ezoterik konularda uzun gösteri uçuşları yapıyor. Oysa buna ihtiyacı yok, bazı nedenlerle akademik çevrelerde eleştirilse de, okuru garanti.
Dijital tufan
Benim kitapçık ise 80 sayfa. Bile bile kısa tuttum, lafı uzatmadım. Homo süper communicatus’un, yani “akıllı telefon”unu peşinde koşturan çağcıl biçarenin, uzun kitaplar okumaya vakti olmadığını biliyoruz. İnsanlığı enformasyon selleri altında bırakan büyük dijital tufan buna fırsat vermiyor.
Sudan çıktığında nefes alacağı zaman dar!
Rastlantıya bakın ki, İsrailli ünlü yazarın orta adı Noah, yani Nuh. Tufan denince akla gelen de Nuh tufanı. Anladığıma göre Zerdüşt dininden sonra ortaya çıkan üç büyük dinde de anlatılıyormuş. Tanrı, kullarına kızıp 40 gün 40 gece yağmur yağdırdığı yetmiyormuş gibi her yeri delip su fışkırtıyormuş. Niyeti onlara ceza vermekmiş.
Neyse ki, en sonunda ufak bir gemi gönderip kimilerini kurtarıyormuş.
Neksus’un yazarı Noah’da gidişat konusunda endişeli, azgın sellerde boğulmamak için ne yapılması gerektiğini anlatmaya çalışıyor.
Ben de, naçizane, kısacık kitabımda bu sellerden en çok etkilenen bir kesimin, iletişimcilerin neler yapması gerektiğini dile getiriyorum. İletişimciler hem koyun hem çoban durumundalar!
Benimkisi gemi değil, olsa olsa bir “tahlisiye” sandalı!
Yeni enformasyon düzeni
Harari’nin ile bir çok konuda aynı görüşteyiz: Susamayız! Hem ileti üreticileri hem de tüketicileri olarak bize ulaşan enformasyon ve bilgi konusunda çok daha eleştirel olmalıyız. Bunu bir hayat tarzı haline getirmeliyiz.
Bilgi ağlarını, onları üretenleri, dağıtanları çok daha iyi tanımalıyız. Neyi niçin yaptıklarını sorgulamalıyız. Bunu sağlayacak mesleki ve kamusal kurumlar ve kaynaklar oluşturulmalıyız. Yeni ve kapsayıcı bir iletişim etiğinin evrensel olarak yürürlüğe konmasına destek olmalıyız.
Dikkat ediniz, yasaklayıcı değil, düzenleyici, doğrulayıcı adımlardan sözediyorum. Şu anda insanlığı saran enformasyon kirliliği hava kirliliğinden çok daha vahim bir tehlikedir. Umursamazlık edemeyiz.
Dijital sellerle beslenen popülistler Batı demokrasilerinde geleneksel güvenilir kurumları kasıtlı olarak tahrip ettiler. Kurumlarının sağlamlığı ile övünen ABD’nin perişan durumuna bakın. Ne medya kaldı, ne Yüksek Mahkeme, ne Kongre, ne üniversiteler…
İnsanların güveneceği kurum kalmamışsa kendilerini güvencede hissetmeleri mümkün mü?
Ya Türkiye?
Türkiye ABD’den bile kötü durumda. Siyasal İslamcı popülistler, FETÖ ile birlikte, rakip olarak gördükleri tüm güvenilen kurumları çökerttiler. Ne siyaset, ne diyanet, ne ticaret, ne askeriye, ne hariciye, ne adliye, ne ilmiyeye güvenimiz kaldı.
Yıktılar ve onların yerine güvenilen kurumlar koyamadılar.
Nihilizme açılan bir boşluktayız.
İnanç vadederek geldiler. Temelleri yıktılar. Türkiye hiçbir zaman bu kadar inançsız olmamıştı.
Ya Yapay Zeka? Bir çare olabilir mi? Harari bu konuda da kaygılı. Bu bıçağın da iki yanı da kesiyor!
Başka bir yazıda değiniriz.