Çocukları bilirsiniz, her zaman muziplik için bahane ararlar. Kafalar boş, hiçbir dertleri yoktur. Kiraymış, faturalarmış umurlarında olmaz. Hep akıllarında kime ne şaka yapsak düşüncesi dolaşır. Eskiden bu kadar çok eğlence aracı yoktu. Evde, sokakta ne varsa onları kullanırdık. Telefon bizim dalga geçmek için kullandığımız en eğlenceli araçtı. Sağı solu arayıp kapatırdık. Anneannemlerdeyiz evde telefon çaldı. Birimiz telefonu kaldırıp “Alo Dötün kaç kilo?” dedik. Karşıdan “Terbiyesizzzzz” diye bir kükreme ile telefon yüzümüze kapandı. Ben şok, arayan annemdi. Sesimi tanımadı. Sessizce telefonun yanından uzaklaştım. Sanki beni görecekmiş gibi korkunun gözünü seveyim. Çocukluk korkularımız bile güzel anlatıp gülüyoruz. Oysa kâbuslarımız öyle mi
Sıçrayarak uyandım. Uzun bir gecenin ardından sabahın ilk ışıkları odamın içine vuruyordu.
Çocukluğumdan beri hep aynı kâbus…
Uçurumun kenarında duruyorum, uçsuz bucaksız bir karanlık. Ayak seslerini duyduğum ama başımı çevirmeme fırsat dahi vermeden beni dipsiz bir boşluğa iten el. Belirsizlik her şey, hiçbir şey…
Ne zaman bu kâbusu görsem, yatağımdan sıçramamla son buluyordu. Dün gece aynı kâbusta düşüyor, düşüyor, düşüyordum… O sonsuz karanlığın dibini gördüm, en sonunda içine düştüğüm dünyada yaşamı gördüm.
Gözlerimi açtım. Sevgilimin başı göğsümde ve eli elimdeydi. Rüyada içine düştüğüm kuyudan en sonunda dünyaya ulaştım, bu dünyada somut bir varlığın içinden karanlık sonsuzluğu seçip gidenler de vardı. Yukarı bakarken o anda bir fotoğraf belirdi odanın tavanında:
Stefan Zweig ve sevgili eşi Lotte’nin ölümlerinden sonra çekilen fotoğrafları... Lotte’nin başı Zweig’ın omzuna yaslıydı ve elleri kenetliydi.
Usta bir biyografi yazarı olan Zweig, intiharından dolayı yerdiği Kleist’la yıllar sonra aynı kaderi paylaşıyordu. Hemen ardından Andre Gorz’u anımsadım, hayat arkadaşı Dorine’nin öldüğü gün intihar etmesi yankılandı zihnimde. Gorz, ölmeden önce, “Son Mektup”isimli bir kitap yazdı ki bu, çağımızın içi boşaltılmış aşklarına ölümcül bir tokat gibidir.
“Satranç” kitabının usta yazarı, “Sahaf Mendel”in yaratıcısı, “Bir Kalbin Ölümü”nün mimarı Zweig, Almanların Libya’ya çıkarma yaptığı haberini duyduğunda insanlığa dair tüm ümitlerini yitirmişti. Oysa o, 2. Dünya Savaşı’ndan ölmemek ve öldürmemek için kaçmıştı. “Satranç”ı bu dönemde kaleme almış, maalesef “Satranç”, yazarın son eseri olarak kalmıştı.
“Satranç”, Zweig’ın ilk akla gelen ve muhtemelen en çok bilinen hikâyesidir. Her yazar, eserlerinde kendisinden derin izlerle çıkar karşımıza. Bu nedenle bir eseri beğendiysem, yazarının hayat hikâyesinin peşine düşerim çünkü ancak o zaman yazarın gerçekten ne anlatmak istediğini anlayabilirim.
“Sahaf Mendel”…
Elbette ki bu hikâyeyi okuyan her kitapçı gibi ben de sahaf Mendel olmak istemişimdir. Siz Mendel’e bir konu verin, o size konunun geçtiği tüm kitapları hatta bu kitapların tüm kitabevlerinde ya da sahaflardaki etiket fiyatını dahi söylesin; işini bu kadar sevsin, bu kadar emek versin.
Zweig, “Sahaf Mendel” öyküsünde aslında siyaset ve savaşla hiç ilgisi olmayan insanların bile savaştan ne kadar etkilendiğini/ etkilenebileceğini anlatmıştır. Tüm hazinesi kitap sevgisi ve bilgisinden ibaret, eski sahaf neslinin son bireyi Mendel’in göz yaşartıcı öyküsü savaşın kültüre barbarca saldırısını anlatıyor.
Ve “Bir Kalbin Ölümü”… Para, güç, şöhret yeter miydi acaba bir kalbi yaşatmaya; sevdiklerini, değer verdiklerini, emek harcadıklarını karşında diri tutmaya? Karısının, kızının kendisini aşağılamasına, hor görmesine ne kadar dayanabilirdi kalbi? Soğumaz mı ki insan, bir gün en sıcak beden sandığının yanında uyurken…
Gün doldu içeriye, odam ışıl ışıl, aklımdan sen geçiyorsun Zweig. Sevdiğimin başı göğsümde, eli ellerimde. Sevgilime sarılıyorum sımsıkı, kâbuslarımın bittiğine seviniyorum, gözlerimi kapatıyorum. Daha ne isterim ki umuttan başka…
Çocukluğumuzun telefon şakaları artık yapılamıyor. Biz büyüyünce çocukluk şakalarını yeğenlerimize, kardeşlerimize devrettik. Bu şakaların döneminin bitmeye yüz tuttuğu dönemlerde küçük yeğenimin (Konuşmayı daha yeni yeni söküyordu) “Alo Dötü” dediğini duydu bu kulaklar. İnsanımız/insanlığımız değişti. Umudumuz hep yanımızda…
Kim bilir uyumak uyanmaktır belki de, iyi uykular.