Benim adım dertli dolap, suyum akar yalap yalap. Böyle emreylemiş Çalap, derdim vardır inilerim…
Geçmiş sanki acı bir ilaç gibi… Hani bir şairin dediği gibi ‘Geçtiği her şeyi öpüyordu zaman?’ Oysa öpmüyor, Öztürk Serengil’in dediği gibi “Öpaj,” yapıyormuş. Dünden daha iyi olmamız gerekirken, dünü arar olduk. Nerede o eski bayramlar, Ramazanlar, Hasanlar, Aliler, Veliler diye hayıflanıyoruz. Gerçekten artık arkadaşlıklar, dostluklar da kalmadı. Her şey zorlaştı, daha da zorlaşacağa benziyor.
Hayatım boyunca Ata Demirer gibi tek kişilik dev kadro olarak dergi çıkarmayı düşündüm. Daha önce birkaç denemem oldu. Fanzin dergi çıkarıyordum. Şimdi yazıyı okuyanlar arasından ‘Fanzin ne demek?’ diye soranlar oluyordur. Fotokopi olarak basılıp ücretsiz veya ücretli satılan dergiler. İlk çıkardığım fanzin derginin ismi Itır’dı. Bir sayı çıktı. Sonra ‘Kötü Çocuk’ beş sayı, arkasından ‘Algı’ yine bir sayı çıktı.
7 YILIN İZİ'NE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Bütün zamanımı ve paramı bu fanzin dergilere harcıyordum. İzmir’deki tüm kitabevlerine bırakıyordum. Sadece bir günümü dağıtım işine ayırıyordum. Yeni sayıyı bırakırken eskileri alıyor ve tahsilât yapıyordum…
Birisi gelip bana sorsa,
“Dergicilik nasıl sizin oralarda?” diye.
“O meslek öldü be abi,” derdim.
Binlerce dergiden geriye yüzler belki onlar kaldı. Fol, Virgül, E Edebiyat, Roll, Gırgır, Hıbır, Penguen yakın zaman içinde artık basılı olarak çıkmayacağını duyuran Socrates, Altyazı, National Geographic gibi… İsimleri saymakla bitmez bunlar ilk aklıma gelenler. Benim bir kuşak önceki büyüğüm bu yazıyı kaleme alsaydı nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalırdık. İnanın merak ediyorum. Yerel çıkan gazete ve dergilere hiç girmiyorum. Bir İzmirli olarak 35. Gün dergisini hatırlıyor musunuz?
Yayın dünyasına gelecek olursak Afa yayınlarını acaba kaç kişi hatırlıyor? Görkemi ve tüm ihtişamlarıyla göz kamaştıran Adam ve Kabalcı yayınlarının ışıkları artık daha az parlıyor. İyi ki yerel yayınlarımız var. Yazarlarımız haklı olarak sektörün döndüğü İstanbul yayınları ile çalışsa da ezber bozan yayınevimiz Tudem, İzmir’i yazarı ve okuruyla tüm Türkiye’ye ulaştırmayı başardı/başarıyor. Butik yayınevlerimiz var. Bunlar çok güzel kitaplar basıyorlar. Sakin Kitap kendini arkeoloji alanında ispatladı. Zeus Yayınları iki güzel kitabıyla “Tırtılın Mucizesi – Otizmle Farklı Bir Açıdan Dünyayı Görmek” ve “Elli’nin Kiri” öykü kitabıyla takip edilmesi gereken bir yayınevi, sahibi Mustafa Bey yılların kitap emektarı…
Eylül Sanat yayınevi Erkan Bey’in sanat kitaplarından gelen birikim ve tecrübesini nasıl aktardığını gözler önüne seriyor. Özellikle Oğuz Adanır’ın “İşitsel ve Görsel Anlam Üretimi ile Simülasyon Kuramı Üzerine” kitaplarıyla raflardaki yerini çoktan aldı. Pagos, dergicilikten (Ege Sanat) yayıncılığa geçen Ahmet Nihat Yıldız’ın kurduğu bir yayınevi, Hülya Soyşekerci, Ferda İzbudak Akıncı, Oğuz Tümbaş, Bedri Karayağmurlar gibi edebiyatın ve sanatın içinden gelen bir yazar kadrosuyla okurlarına seslenmeye çalışıyor.
Hepsi birer Don Quijote (Don Kişot) çünkü hem yayıncı hem de yazar olmak çok zor. Hep şöyle eleştiriler oluyor.
“Her kitap yazan yazar, iki kitap basan yayınevi oluyor kardeşim.”
Gerçekten öyle mi? Dünya yayın tarihimiz birçok yayınevi tarafından reddedilip, küçük bir şans sayesinde basılmış kitabıyla ele avuca sığmayan, başarılı yazarların hikâyelerini yazmaz mı?
“Parayla kitap bastırıp yazar oluyorlar kardeşim.”
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Edebiyatımızda ilk kitabını parayla bastırıp şimdi çok tanınan hiçbir yazarımız yok mu acaba?
Zaman en güzel ilaç aslında, isteyen istediğini yapsın. Yazanların ve yayınlayanların önünü açalım. Tarih herkesin notunu yüzyıl sonra da olsa verecektir.
Yazar, yayıncı, dergici olmak zor ve çileli bir iştir. Ne zaman dergi çıkarsam maddi olarak ay sonunu getiremezdim.
Bir arkadaşımın şakayla karışık sorduğu soru aklıma geldi,
“Deli misin, neden bunlarla uğraşıyorsun?”
“Hepimiz deliyiz,” dedim. Oysa onun/sizin bilmediğiniz bir şey var.
Müşteri kitabevinden içeri girer,
“Kötü Çocuk dergisi var mı?” diye sorar.
İşte o an benim için her şey biter. Çocuksu bir mutluluk sarar tüm vücudumu, Nazım’ın dediği gibi “Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben… Bahtiyarım…”
Tüm deliler bir adım öne çıksın. Yoklama yapacağım.
Başka söze gerek var mı?
Zaman en güzel ilaç aslında, isteyen istediğini yapsın. Yazanların ve yayınlayanların önünü açalım. Tarih herkesin notunu yüzyıl sonra da olsa verecektir.