Bir zamanlar “reality show” olarak tanıtılan televizyon programları vardı. Bizim Acun’un programlarının atası sayılır. Özel olarak seçilmiş insanlar, diyelim bir konağa kapatılır, yaptıkları her şey kaydedilirdi. Mutlaka aralarında hır çıkar, pek de iyi anlaşılmayan nedenlerle birbirlerinin gözlerini oyarlardı.

O zaman da programın reytingleri yükselirdi.

Neredeyse bir aydır devam eden Narin olayı bana o “reality show”ları hatırlatıyor. Yalnız bu kez tek bir kanaldan değil tüm kanallardan yayınlanıyor. Tüm haber kanalları, tartışma programları, akşam bültenleri o olaydan söz ediyor. Ve reytingleri de hayli yüksek.

Gelin görün ki, sonunda hiç kimse bir şey anlamıyor. Daha doğrusu asıl öğrenmek istediğini öğrenemiyor: Sekiz yaşındaki o masum yavruyu kim öldürdü?

Eskiden, polisimiz ortada net bir şüpheli olmasa bile “itiraf” üretmekte fazla gecikmezdi! Şimdi tüm şüpheliler elde, hatta tutuklu, herkes durmadan konuşuyor, ama katil yok. Nasıl olabiliyor böyle bir şey?

Görüntü bulanık

Merak ediyorum: Bu filmin bir rejisörü var mı? Senaryosu yazıldı mı? Yoksa bir zamanlar bazı filmlerimizde olduğu gibi çeke çeke mi yazılıyor? Doğaçtan sahneler mi seyrediyoruz?

Bu sorulara net cevaplar veremiyoruz. Çünkü artık Türkiye’de hiçbir şey net değil. Ne köylüsü tam köylü, ne şehirlisi tam şehirli. Ne öğrenimlisi tam öğrenimli, ne de cahili tam cahil.

Çünkü günümüz Türkiye’si siyasal açıdan olduğu gibi sosyolojik açıdan da bulanık bir yer. Hiçbir kategoriye tam olarak uymuyor. Diktatörlük desen tam diktatörlük değil, demokrasi desen tam demokrasi değil. Feodal desen tam feodal değil, sanayi toplumu desen tam o da değil.

Bir yandan kuraklık çekiyor, bir yandan sellerde boğuluyor.

Alacabulaca toplum

Ben bu tür iki arada bir derede kalmış toplumlara “alacabulaca” toplumlar diyorum. Bir bulamaç: Eski renkler, yeni renkler, akışmış renkler, karışmış renkler, hepsi bir arada. Hangisinin egemen olduğunu kestirmek çok zor.

O zaman, teşhis koymak ve çözümleme yapmak da zorlaşıyor.

Bu cinayet başlangıçta bana asırlardır yaşanmış türden bir feodal köy olayı olarak görünmüştü. Köyün güçlülerinin bir ayıbını tüm köy gizlemeye ve örtmeye çalışıyordu. Binlerce yıllık dilsizlik geleneği işlemekteydi.

Ama “reality show” devam edince oranın bir feodal mezradan çok bir şehir parçası olduğu ortaya çıktı: Şehirli teknolojiler, şehirli adetler, şehirli bağlantılar. Hatta ülke dışı bağlantı olasılıkları…

Asıl reality hangisi?

Belli ki, saf bir kategori ile karşı karşıya değildik.

Peki, o zaman hangi ölçütleri uygulayacaktık?

Buna karar verilemeyince, “show” uzadıkça uzadı. Hatta kabak tadı verdi bile diyebiliriz.

Oysa ortada bir cinayet var – o güzel yavruya kim neden kıydı?

Bakalım gerçeği öğrenebilecek miyiz?

Yoksa asıl “reality” Türkiye’nin “böyle” bir yer olduğu mu?