1980’li yılların başında ABD başkenti Washington’da bir yandan üniversitede hocalığa devam ederken bir yandan da fiilen Cumhuriyet Gazetesi’nin Washington muhabirliğini yapıyordum.

Bazen sabahları gün ağarmadan telefonunum çalardı.  Uykumu bölüp, açardım.
“Kalk oğlum, filanca yerde darbe oldu, Washington’dan nasıl görünüyor? Amerika ne yapar?” derdi telefondaki ses.  Gazeteci Örsan Öymen.  Şimdiki Profesör Örsan Öymen’in babası.  Köln radyosundan arıyor. Arada 6 saat zaman farkı var ya, Almanya’daki Türkler için haber bültenini hazırlıyor.
“Burada henüz her yer karanlık.  Hiçbir şey görünmüyor,” derdim.  “Uydur bir şeyler!” derdim.
Karşılıklı gülüşürdük.

Oysa,  bir yerlerde darbe olduğuna göre , Türk gazeteciler olarak,  işin içinden Washington’un çıkacağını bilirdik.  Ama bunu bir şekilde doğrulatmak gerekirdi. Gazete muhabirliğinde,  “filancaya göre” diyebilmek şarttı.

Az sonra telefonları çevirmeye başlardım:  Sevgili dostum Turan Yavuz, Dışişleri Bakanlığı Türkiye Masası, Pentagon, Beyaz Saray, IMF, Dünya Bankası, gazeteci dostlar, uzmanlar…

O yıllarda, dünya olaylarının  Washington’dan nasıl göründüğü ve ABD’nin ne yapacağı şimdikinden de önemliydi.  ABD belirleyici Süper Güç durumundaydı. “Amerika ne yapar?” sorusunun yanıtı başlı başına büyük haberdi.

Trump ne yapar?

Köprülerin altından çok sular aktı.  Ama şunca yıl sonra, önümüzdeki aylarda benzer sorularla cebelleşeceğe benziyoruz. Donald Trump’ın yeniden Başkan seçilmesi ne anlama geliyor?   Trump ne yapar, ne yapamaz?  Tüm bunlar dünyayı ve tabii Türkiye’yi nasıl etkiler?  

Bol keseden tahminler gırla gidiyor!  Bana da soranlar oluyor: Trump NATO’dan çıkar mı, 11  milyon yasa dışı göçmeni kovar mı, İran’ı bombalar mı, Ukrayna’ı Putin’e teslim eder mi, kürtajı toptan yasaklar mı?    Vb vb vb…
Onlara, Örsan’a verdiğime benzer yanıtlar veriyorum:
“Durun bakalım, hele hava biraz aydınlansın!”

Yekpare ve çok parçalı

Anılarımın ilk cildi olan Babıali’ye Son Tren’de de anlattım. Her yorumcunun ve siyasi çözümleyicinin zamanla öğrendiğini ben de Washington’dayken öğrendim.
Siyasi çözümlemede “yekparelik” iddiası tehlikeli bir varsayımdır; çoğu kez,  olgulara  dikkatle bakacak olursanız çatlakları ve yapışma yerlerini görebilirsiniz.  
Ama “çok parçalılık” da insanı yanıltabilir, çünkü biraz uzaktan bakacak olursanız orada hiç ummadığınız bir bütün keşfedebilirsiniz.  

Yekparelik ile çok parçalılık arasındaki çelişki ve bütünlüğü görebilmek toplumsal oluşumları iyi anlamanın  anahtarıdır.  “Amerika şöyledir, Türkiye böyledir!” türünden genellemelere kapılıp giderseniz basmakalıp şeyleri tekrar eder durursunuz!

Başlangıçta, bir çok gazeteci gibi ben de Washington’a bir tek parça yani “monolith”  gözüyle bakıyor, “Washington şöyle diyor!” türünden genellemeler yapıyordum.

Sonra keşfediyordum ki kazın ayağı tam da öyle değildir! Türkiye ile ilgili bir konuda Dışişleri Bakanlığı (Foggy Bottom) ile Pentagon (Virginia) arasında görüş ayrılığı vardır. Beyaz Saray’ın görüşü henüz netleşmemiştir.
Bunların  hangisi Washingtondur? ABD aslında ne demektedir?
Evet, dışardan yekpare, dev bir yapı olarak  görünen Washington aslında küçük parçalardan oluşuyordu.  
Bütün başkentler biraz böyledir ama, Süper Güç’ün merkezi olarak, o dönemde,  kımıl kımıl oynaşan bir çıkarlar ve ilişkiler  kumkumasıydı.  
Neyin belirleyici olacağı daha sonra, dışardan görünmeyen iç çatışma ve çekişmeler olgunlaşınca anlaşılırdı.
Bu parçalı durum, lobiciliğe manevra alanı açıyor, onları (ve parayı) başkentin önde gelen aktörleri arasına sokuyordu.  
Parçalardan oluşan heykeli “vatan -millet - Potomac” nutuklarıyla yekpare göstermek ise iktidardakilerin göreviydi!

Yapabilir mi yapamaz mı?

Neyse, kuramı kısa keselim. Daha önce de söyledim, meraklıları anılarıma bakabilirler.
İşin özü şu:
Bırakın yekparelik efsanelerini; Trump’ın geri döndüğü D.C. (Washington) belki tarihte hiç olmadığı kadar çok parçalı bir başkenttir.
D.C. bürokratları Trump’tan, Trump da onlardan nefret ediyor.  D.C. seçmenlerinin büyük çoğunluğu ona oy vermediler.

“Muzaffer” Cumhuriyetçi Parti paramparça:  Eski Cumhuriyetçiler, “Neocon”lar, milliyetçiler, radikal sağcılar, Evanjelistler, ırkçılar, yabancı düşmanları…  Gerçek Trump’cılar bunların kaçta kaçı?

Cumhuriyetçilerin arkasında büyük sermaye var ama, o yekpare mi?   Eski ve köklü para babaları yeni yetme Elon Musk’tan ve “büyük teknoloji firmaları” çetesinden ne kadar hoşlanıyor?  Servetlerine servet katmak için düşürülecek vergilerin paylaşımında  zengin  mahalleleri arasında kavga çıkmayacak mı?

Elon Musk gibi bugün bol keseden tam ve eksiksiz ifade özgürlüğü vaadinde bulunanlar, acı gerçekler onların bir yerlerini rahatsız etmeye başlayınca “ulusal güvenlik”, “ülke çıkarı ” türünden bahanelerle mahkemelere koşmayacaklar mı?

Bu türden sorularla sayfalar doldurabilirim.  Şu kesin: Bu kış Trump ile bürokrasi arasındaki husumetten kocaman kıvılcımlar çıkacaktır.  “Ya herro ya merro!” durumuna geldiler, kimse elindekini kullanmaktan geri durmayacaktır!

Hatta, birilerinin silah kullanması beni hiç şaşırtmaz.  Malum, ABD’de Anayasa’nın 2. Maddesine göre silahın dokunulmazlığını güvence altındadır!
Benim gördüğüm yekpare işte böyle parçalardan oluşuyor: Ve çelişkiler keskin:  
Washington tarihinin en büyük meydan savaşlarından birini yaşayacaktır!