Geçtiğimiz hafta kısa süreli bir ara verdim tüm işlerime. Uzun bir süredir, pandemi sebebiyle değişen iş temposu ve iş yapış biçimleri eski normallerimi tamamen değiştirmişti. Bu süreçte dışarısının güvensizliği nedeniyle tatil yapış biçimlerim de değişmiş, hatta gece gündüzün, mesai ve özel hayatın birbirine karışması gibi tatil ve iş de birbirine karışmıştı. Düşününce kendimi kandırdığım, ‘rölantiye aldım’ diye kendimi avuttuğum bazı zamanlardan ibaretti son iki senede tatil kavramım.
Oysa bu vakte kadar uzun yolculukları, yeni yerler görmeyi fırsat buldukça tercih etmiş; kendimi başka bir çerçeveden izlemeyi, insanlarla sohbet etmeyi, yolun verdiği özgürleşme duygusunu, yolun getirdiği hikâyeleri ve başka yerlerin yaşam farklılıklarını gözlemlemeyi sevmiştim. Bu yazdıklarım her seferinde dünyayı dolaşıyormuşum izlenimi yaratmasın zihninizde. Çünkü başka yer dediğimiz şey evden çıktığımız anda başlıyor, başkalaşarak devam ediyor. Evden çıkmak, aileden çıkmak, şehirden çıkmak, ülkeden çıkmakla çoğaltılabileceği gibi bir düşünceden çıkmak, başka bir açıdan bakmakla da zenginleşebilir yolculuk kavramı.
Ben işin fiziksel yolculuk kısmında kalacağım. Dediğim gibi fiziksel yolculukları seven ben, hayatımın neredeyse en az yol yaptığım iki senesinin sonunda görece uzun bir yola çıktım. Yolun heyecanı unutkanlığına da karışıyordu biraz. Sanki tecrübesizlik ya da kabuğunu yeniden kırma gibi. Ya da eski bir alışkanlığı yeniden hatırlamanın verdiği bir yandan güvenli, bir yandan tekinsiz hissettiren hali gibi…
Oysa tüm bunlara rağmen yola çıkmayı istemiştim, yola çıkmayı özlemiştim. Üstelik durmak, ara vermediğim iş temposuna biraz olsun ara vermek iyi gelecekti. Devam etmek için her zaman şarj gerekliydi.
İnsanın zihnindeki düşünceler ve fikirler sürekli dolanıyor, onları yakalamak, onlardan yenilikler oluşturmak, durup ardına bakmak ve baktığın geçmişten geleceğe bir hayal kurmak ancak durup bu ana baktığında, biraz soluk alıp vardığın yeri, o anki halini keşfettiğinde gerçek oluyor. Ki bunu normalleştirdiğin hayattan uzaklaşıp yaptığında, başka bir yere baktığında, sonra dönüp kendine baktığında veya hiç ummadığın bir yerde ve hikâyede kendinle karşılaştığında hayatına gerçek bir devinim katılmış oluyor. Yenilenme, gelişim, dönüşüm de bu devinimlerle ortaya çıkıyor.
En sevdiğim aylardan biri olan eylülde çıktığım bu kısacık tatil bana -yetti diyemeyeceğim ama- iki sene sonunda çok iyi geldi. Benim için bir yenilenme gibiydi ki; bu eylül en çok kullandığım kelimelerden biri oldu yenilenme.
Okullar açıldı, iş yerlerinde yeni dönemler başladı. Herkes tatil ve rehavet havasından çıkarak sonbahara hazırlanıyor ki ilk gününden itibaren sonbahar geldiğini belli etti hepimize. Yoğun gündemler bu vakte kadar yakamızı bırakmadı, belli ki daha bırakmayacak da. Yine de biliyoruz ki hayat bunlarla birlikte var. Hiçbir şey ne tamamen siyah ne de tamamen beyaz.
Biraz durmanın, biraz yol yapmanın verdiği enerjiyle zihnimde uçuşan düşünceleri biraz hizalamış ama eylülü de hizalamaya devam ettiğim bir yenilenme ayı olarak kabul etmiş, bu yazı için düşüncelerimi topladığım bir sabah İskender Savaşır’ın “Yuva ve Yol Üzerine Serbest Çağrışımlar” adlı defterisk.blogspot.com adresinde yayımladığı denemesinde şu paragrafla karşılaştım.
“Öyle bir an gelir ki, gövdenin yeni edindiği olanaklar ya da kısıtlar, belirli bir yuvanın gerektirdiği alışkanlıklarla bağdaşmaz olur. O zaman, bir yandan yuva bu yeni gövdeyi bünyesi dışına fırlatırken, gövdenin de önüne yuvaya içkin sıkıntıların aşılabileceği, belli belirsiz sezilen vaatlerin gerçekleşebileceği bir olanakmış gibi görünen bir yol açılır. Yolun heyecanı yuvanın güvenini unutturur.”
Evet, bir sabah okumasının karşılaşması kendimle olmuştu. Yolun heyecanı yuvanın güvenini unutturmuştu. Yolda umut vardı, olanak vardı; genişleme, yaratım, büyüme ve özgürleşme vardı.
Yolunuz bol olsun…