Eş/dost kontenjanından tesadüfen izlemeye başladığım ve sonradan bağımlısı olduğum Çukur isimli dizide sıkça geçen bir repliktir bu yazının başlığı. Ara sıra da duvar yazısı olarak ekrana yansıyor bu cümle.
Devrimci kültür ve dayanışmacı bir gelenekten gelen biri olarak bu tanımı başlangıçta yadırgamıştım. Kan bağı olmadan akrabalık geliştirmeyi öğrenerek büyüyüp, el ele verip büyümenin güçlendirdiğini deneyimleyerek ve kardeş olmak için aynı anneden doğmuş olmanın yeterli olmadığını bilerek yolumda yürümüştüm.
Birkaç aydır, çeyrek asır sonra yeniden çekirdek ailemle yaşamaya başladıktan sonra aile için yapılan tanımlar ile kendi tanımlarım ortaklaştı vicdanımda. Aslında bilinenin aksine, vicdan bir akıl ürünü olup, kalp ile ilgili olmayan bir adalet mekanizmasıdır. Yani, duygudan çok düşünce ile ilintilidir. Şimdilerde, ortaklaşan bu tanım bana diyor ki ‘’kan bağı şartı aranmaksızın, birlikte yol yürüyebildiğin insanlarla ‘aile’ olursun ve aile her şeydir.’’
…
Son 1 ay içinde yazılarımı değişik hastanelerin bahçelerinde yazarak gönderdim gazeteye. Amcam, halam, annem ve babam ayrı ayrı büyük rahatsızlıklar ve ameliyatlar geçirdi bu süre içinde. İzmir’in farklı hastanelerinde türlü türlü hastalıklarla mücadele eden insanlar gördüm. Onlarla birlikte koşturan, acı çeken yakınlarının gözyaşlarına tanık oldum. Sağlık emekçileri tanıdım, bilim insanları gördüm, hastane hiyerarşisini öğrendim.
En son, geçen hafta kalp ameliyatı geçiren babamla Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 7. katında geçirdiğim bir gece ise benim hayatım için en ‘’dönüştürücü’’ saatleri yaşattı bana. 43 yaşında olmama rağmen o gece ilk defa babamla el ele tutuştuk. ‘’Elimi hiç bırakmayın’’ diye fısıldayarak serum bağlı eliyle beni sıkı sıkı tutan babam ile o gece kurduğumuz o derin bağ, benim için dünyadaki pek çok şeyden daha değerli artık.
…
Oysa, son iki haftadır siyanür ile intihar eden ailelerin travmalarıyla yaşıyordum ben de bir çoğunuz gibi. İnsanların nasıl bu kadar çaresiz kaldıklarını anlamaya çalıştığım çıkmaz sokaklarda dolaşıp duruyorum ben de sizler gibi. Hastane koridorlarında/bahçelerinde ‘’iyileşmeye’’ çalışan binlerce insan, onların ‘’iyileşmesi’’ için destek gösteren binlerce eş/dost/ahbap ve yine onları ‘’iyileştirmek’’ için bilim ve deneyim ışığında emek gösteren binlerce sağlık emekçisi görürken aklımda hep aynı soru vardı: Bu intihar eden aileler/insanlar iyileşmeyi hiç mi istememişti yoksa yaşantısını intiharla bitiren insanların iyileşmesine yardım edebilecek bizler neden bu elleri ellerini tutamamıştık? O çaresizliğin uçurumundaki insanları bu açmaza sürükleyen sistemin birer parçası değil miydik?
…
Çeyrek asır sonra ve 43 yaşındayken ailemle ve özellikle babamla o bağı kurarken yaşadığım ‘’iyileştirici’’ duygu ve özgüven bir yanımda, oğlunu öldürüp intihar eden babaya ulaşamamış olmamın verdiği öfke ve hüznü diğer yanımda benimle eşlik ediyordu gecenin o sessizliğine.
Önce yakın çevreden başlayarak bu dayanışma ağını kurmanın zorunluluğunu, ardından kendini çaresiz hisseden diğer insanlara ulaşmanın zorluğunu akıldan çıkarmadan, vicdana sığınmanın ‘’iyileştirici’’ etkisine güvenmeye karar verdim aynı gece.
Evet, aile her şeydir. Evet, aile olmak için kan bağına gerek yoktur.
Bir ailenin bir parçası olabilmek için ise güvenmek, dayanışmak ve vicdanlı olmak şarttır.
Toplum olarak ‘’iyileşmek’’ için ise her bireyin ve her ailenin bu sihirli sözcükleri ezber etmesi kurtarıcıdır, sağaltıcıdır.
Sağlıcakla kalın