Görme edimi insanın ilk yaşamsal davranışıdır ve dünyayı anlamaya başladığı ilk alandır. Görme ediminin ilk aşaması bakmak, dışa dönük bir eylem iken gözün bilinçli hareketi sonucu görüntünün algılanması ise içe doğru ansal bir eylemdir.
Bakmak az önce de sözünü ettiğim gibi rastgele ve bilinçle yapılmayan insanın ilk davranışı olmasına karşın görme davranışını bilinçli bir eyleme dönüştürmek, görüntüyü belirleme ve anlama amacını da beraberinde getirir.
Görüntü ve gören arasındaki bu ilişki sonucu nesnel dünyanın sözsüz iletişimi ile tanımlanan görüntüler, biçimler, olgu ve olaylar oldukları yerden belleğe taşınırlar. Oldukları yerden diyorum çünkü artık görünen, işlevselliği, çağrıştırdıkları, ortaya koydukları ya da biçimi ile zihinsel bir imgeye dönüşür. Böylece ansal tanıma ve tanımlama süreci tamamlanır.
Belleğin bu ansal süreçte görüneni, onu çağrıştıracak bir imgeye indirgeyerek depolanması kalıcı bir kavramsal algılamaya dönüşür. Zamanla görüntü unutulsa da imge hala oradadır.
Öyle ki çoğu kez imge, nesnel olandan daha kalıcıdır.
Görüntünün bilinçli bir görme edimi sonucu ansal bir imgeye dönüşmesi ve yerleşik bir kavramsal algı oluşturması süreci, görüntü aynıyken dahi görme edimini gerçekleştiren tarafta her seferinde farklılıklar taşır. Çünkü görme eylemi sırasında insanların farklı kültürler, bilgiler ve deneyimlere sahip olması sonucu nesnenin oluşturacağı imge farklılaşacaktır.
Hatta görüntü ve gören aynıyken bile, ortam koşulları ya da görenin o an ki algılama ve ruh durumu da aynı nesnenin farklı imgelere dönüşmesine yol açar. Bu aynı zamanda insanın gelişimi ve değişiminin de kaçınılmaz bir sonucudur.
John Berger Görme Biçimleri kitabında bu durumu şöyle ifade ediyor; Düşüncelerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler.
Hegel ise, bu durumun nesnenin kendisi ile de ilişkili olduğunu iddia eder. Ona göre nesne de sürekli değişim içindedir. Madde hiçbir zaman kendisinin aynısı olamaz. Bir bitki ya da bir canlı ilk görüldüğü andan bir saniye sonra dahi kendisi değildir. Bitki köklerine daha fazla su almış ya da yapraklarının renkleri değişmiş olabilir. Bir canlı aynı pozisyonda durmuyor ya da aynı fiziksel özellikleri taşımıyor olabilir. Bana göre Hegel’in bu yaklaşımla iddia ettiği söz konusu değişim, nesnenin ansal süreçte oluşturacağı imgeyi doğrudan etkileyen bir faktör olamaz. Fakat Hegel burada değişimi vurgular ve ona göre en büyük değişim gelişmedir.
Hegel’e göre gerçek ve imge aynı bütünün parçalarıdır. İnsan ise sürekli değişim içindedir. Buradan anlaşılacağı üzere insanın imgeleri anlamaya çalışması onların ortaya çıkış biçimlerini de anlamak demektir. Böylece nesnellik üzerinden süzülen imge, belleğimizden tekrar çıkarak nesnel dünyayı anlamamıza ve kavramamıza olanak sunan iki yönlü bir süreçtir.
Kant ise insanın değişmez bir doğası olduğu savı üzerinden dünyayı olduğu gibi anlamamızın mümkün olmayacağını ancak zihinsel yetkinliğimiz ve aklımızın olanakları ölçüsünde algılayabileceğimizi söyler. Bu nedenle Kant’a göre “gerçek” gerçeği arama ve anlama çabamız gereksizdir. Öyleyse görme edimi ile oluşan zihinsel imgelerimiz bize aittir ve değişmez.
Görme ediminde gören ve görünenin tikel durumlarının, her gören ya da görenin her eyleminde farklılık taşıması görme ediminin biricikliğini kanıtlar.
Feuerbach ise bakmak ve görmek arasındaki farkı öğrenememekten, görüntü ve gerçek arasındaki farkın algılanamamasından yani önyargılarından kurtulmanın yolunun görme eylemi sırasında nesneleri, olayları, olguları edimsel bir yaklaşımla ele almak olduğunu vurgular.
Genç Hegelcilerden olan Feuerbach için “Feuerbach Üzerine Tezler” çalışmasının yazarı Marx “yanlış bilinç” kavramını tanımlarken kullandığı “buğulu gözlükler arkasından dünyayı algılamak” sözü ile Feuerbach’ı doğrular.
Öyle ki bu ikili Praksis Felsefesinde de bir araya gelir. Feuerbach’ın Praksis Felsefesi ile açıkladığı bilinçli görme eylemi sırasında algılamaya yönelik bahsettiği nesnel edimselliği içkin biçimde ele alan Marksist felsefe olmuştur.
Marx insanını içinde bulunduğu sınıfsal konuma göre dünyayı algıladığını ve sosyal statünün bilinci belirlediğini ve bununda görme edimi ardından oluşan zihinsel imgeyi doğrudan etkilediğini savunur. Marx’ın şu iki eleştirisi önemlidir ve yanlış bilinç kavramının oluşmasını örnekler. "Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir." İşte burada bahsettiği Praksis ya da görme eyleminin nesnel edimselliği vurgulanmaktadır.
Öte yandan Kapital’deki “gerçek bilimsel araştırmanın yerini apolejetiğin (haklı kılmaya çalışmanın) vicdansızlığı ve kötü niyeti geçti” ifadesinde ise görme edimine, imgeye ve bilince karşı yapılan manipülasyona işaret etmektedir.
Bugün için sonuç şudur; bilinci görme edimi ve ardından algılama ile zihnimizde oluşturacağımız imgeyi “buğulu gözlükler arkasından dünyayı algılamak” tümcesindeki gibi yaşamamıza neden olan enformatik saldırı ve kirlilik yeni dünyanın politik ve apolejetik yapısıdır.
Bilinç, bilgi, enformasyon adı altında maruz kaldığımız dezenformatik haberler, olaylar, olgular ve anlatılar birer “yanlış bilinç”dir.
Bu dezenformasyon ortamında insanlar neyi, nasıl, ne zaman hangi duygularla ve ne kadar görmesi gerektiği ve nasıl algılaması gerektiği konusunda manipüle edilir.
Onların yerinize düşünen karar veren, açıklayan, tanımlayan anlayışı ile televizyon, gazete, sosyal medya vs. gibi alanlarda pornografik bir acı ve şefkat kültürü aşılanır.
John Berger “Bir imge, yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden ve zamandan —birkaç dakika ya da birkaç yüzyıl için— kopmuş ve saklanmış bir görünüm ya da görünümler düzenidir. Her imgede bir görme biçimi yatar.”der.
Fakat öte yandan bilinçli görme edimi sonrasında bir başkası tarafından yaratılan imgeye bakan bir diğeri kendi yeni kendi imgesini yaratır. Bu sıradaki algılama ve değerlendirme ise doğrudan kişilerin görme biçimleri ile ilgilidir.
Bu çok katmanlılık ve perspektif geleneğiyle yaratılan imgelerde en belirleyici yan ise görme ve bakış açısıdır. Örnekse fotoğraf makinesinin icadı bu anlık merkezi görmeyi ortadan kaldırmış ve insanların algılama ve anlama biçimlerini doğrudan etkilemiştir.
Ansal düzlemde ise diğer sanat disiplinleri zihinsel imgenin oluşumu sırasında olanak tanıyan algılama ve anlama biçimlerini doğrudan etkilemiştir.
Her dönem insanoğlu kendini ifade etmenin bir yolunu bulmuş ve olanakları zorlayarak geliştirdiği çeşitli argümanlar ve enstrümanlarla yani mümkün olan nasıl ve ne varsa onları kullanarak birçok sanat ve felsefe disiplini oluşturmuştur.
Geçmişte ve bugün görme, anlama ve algılama ile ilgili farkındalık ve ifade edebilme yetisi ve bunun sonucunda gelişen, değişen ve özgürleşen bir toplumsal yaşam özlemi varsa ve sürüyorsa, sürdürülebilir bir toplumsal bilinçlenme hareketinden söz edemiyorsak bunun suçlusu kuşkusuz ki her dönemde ifade sorunları yaşayan, dezenformasyonun dışına çıkamayan, okumayan, sorgulamayan ve yanlış bilinç çemberine sıkışan insanlığın ta kendisidir.
John Berger’e göre sizin her şeyi nasıl gördüğünüzü açıklama çabanız aslında karşınızdakinin her şeyi nasıl gördüğünü anlama çabanızdır.
İşte bu iki yanlılık toplumsal iletişimin temelini oluşturduğunda eminim dünya daha güzel olacak.