Bu tümce genellikle yaşanılan coğrafi alanın ve iktisadi durumun insan algısı ve davranışları üzerine etkilerini betimleyen, genellikle olumsuz pejoratif (küçümseyici, kötüleyici) veya imperatif (buyurgan, emredici) anlamda kullanılır.
Fakat ben bu yazıda yer yer bu durumu da işaret etmenin yanı sıra, daha bütünleyici ve iyimser bir açıdan da ele almaya çalışacağım.
Elbette coğrafya kaderdir dendiğinde benim de aklıma nedense ilk önce hep Ortadoğu coğrafyası gelir. Orada ki halkların, özellikle çocukların yaşadığı dram.
Yahut yoksul kentler, kasabalar, mahalleler, sokaklar…
Oysa coğrafya kaderdir savı aslında, iklim, doğa, fiziksel koşullar gibi çevresel faktörlerin, aynı zamanda teolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik faktörlerin insanların yaşamı anlama, algılama ve böylece yeniden tanımlama ve kurgulaması sırasındaki davranış ve düşünce biçimlerine olan etkisinden bahseder.
Yani Edip Cansever’in dizelerinde bahsettiği gibi, “insan yaşadığı yere benzer”
Bu savın kime ait olduğu konusu net olmasa da yaygın bir görüş, ilk kez İbn-i Haldun’un Mukaddime kitabının birinci bölümünde “İklimlerin ve beslenmenin insan yaşamı ve uygarlıklar üzerindeki etkileri” başlığı altında bahsettiğini söyler. Fakat tam tersine ona ait olmadığını savunanlarda azımsanacak ölçüde değil.
Öte yandan, İbn-i Haldun’un Çevresel Determinizm’in en somut örneklerini görebileceğimiz orta çağ düşünürü ve sosyoloğu olduğu gerçeğinden hareketle böyle bir ilişki kurmak çok da yanlış değil.
Fakat Determinist düşüncenin kabul ettiği Özgür Ruh’un bir yanılsama olması meselesini kabul etmekte mümkün değil. Öyleyse coğrafya ve kader ilişkini betimleyen bu düşünceye daha yapıcı ve bütüncül bir taraftan da bakmak gerekli.
İnsanlar bir coğrafyaya doğarlar ve o coğrafyanın çevresel koşulları içerisinde, düşünsel ve zihinsel anlamda yetilerinin el verdiği ölçüde yaşamı anlamaya ve algılamaya çalışırlar.
Bu bakmak, görmek, anlamak ve yeniden tanımlama süreci içerisinde coğrafi bölgenin koşulları elbette önemli rol oynayacaktır. Kötücül olanın da, güzelliklerin de etkisi insanın davranış ve algı sürecini derdinden etkileyecektir.
John Berger Görme Biçimleri kitabında şöyle diyor; “Düşüncelerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler.” Öyleyse nesneleri algılamamız da davranışlarımız, kararlarımız ve yönelimlerimize etki edecektir.
İçine doğduğumuz coğrafyayı seçme şansımızın olmaması ve bizim yaşamsal algımız üzerinde bu denli etkili olması bu savı anlamlı kılıyor.
Öte yandan, insan iradesi kaderine yön verebilecektir. İçine doğduğumuz coğrafyanın olumsuz şartlarına karşı mücadele etmek, onu değiştirmek, dönüştürmek mümkün olduğu gibi başka coğrafyalara yelken açmakta yine irademizin bir sonucu olarak bu kaderin yönünü ve seyrini değiştirebilir. Yunus Emre şöyle diyordu; Kader gayrete aşıktır.
Evet coğrafya belki bir kaderdir. Ama o kadere razı gelmek ya da yön verme gayreti içinde olmaksa insanın özgür iradesi ile karşılık bulur. Bu anlamda nesnellik ve evrensel nedensellik ilkesini yıkarak kendi öznel gerçekliğine kavuşur.
Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir. Cemil Meriç.
İçine doğduğumuz coğrafya bizim belki de en önemli gerçekliğimiz olsa da, onu kaçılmaz bir kader gibi görmek, doğanın adaletsizliğine teslim olmak demektir.