Kitle Hareketleri Üzerine Eleştirel Yaklaşım
Eric Hoffer “Kesin İnançlılar (The True Believer)” adlı kitabından şöyle diyor.
“Dünyadaki bütün kötülükler birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendilerinde görmesi ile başlar”
Eirc Hoffer kitabında kitle hareketlerinin anatomisini ele alıyor. İnsanların bir arada olma, aidiyet, güven, kolektif bir topluluğun kimliğini taşımak ve buna benzer pek çok nedenle fakat en çokta madden ve manen korku ve güvende olma arzusu ile kitle hareketlerinin içerisinde nasıl başkalaştığından bahsediyor.
Aslında, kimlik ve güvenli alan arayışı sırasında, geneli toplumun alt kesimlerinden oluşan ve kötü şartlarda büyümüş çocukların zamanla otoriteryen kişilik bozukluğu yaşadığı etnosentrik tutuma benzer bir davranış içine sürüklendiğinden…
İşte başta da Eric Hoffer’ın söylediği gibi, başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendinde gören otorite ya da oluşum bu tip insanları kitlenin çıkarlarının ve/veya toplumun çıkarlarının kendi çıkarlarından daha önemli ve hatta cana bile değebileceğine ikna ediyor. Böylece korunma saldırıya, korkunun dışa vurumu ise öfkeye dönüşüyor.
Öğretilmiş ve ezberletilmiş fakat toplumun, daha önemlisi bireyin kendisinin nesnelliğinden uzak olan beklenti ve arayışların sonuçsuz kalması ya da hüsranla sonuçlanması kitlesel oluşumların ikna gücünü kendiliğinden artırıyor. Beklentiler yıllar sonra belki de geri dönülemez çalkantılara dönüşüyor.
İşte bu nesnellikten uzak beklenti ile önemli biri olma hevesi taşıyan, mutlu olma ve mükemmel olma arzusu duyan insan, kusurlarla dolu, mutsuz ve önemsiz hissettirildiğinde, sevilen ve saygı duyulan biri olmayı beklerken yalnızca insanların hoşgörüsüne muhtaç olduğu gerçeği ile karşılaştığında, bir aidiyet ihtiyacı ile otoriteryen kişilik bozukluğu yaşıyor. Kendini var edebilmek için güce ihtiyaç duyduğuna fakat bu gücü tek başına elde edemeyeceğine karar veriyor.
Toplumların özellikle düşük gelir ve kültür düzeyine sahip kesimine karşı oluşturulan bu sistematik yöntem kitle hareketlerinin insan kaynakları gibi çalışan işlevsel ve tarih boyunca devam eden bir üst akıl ürünü olabilir mi?
Mevcut konumundan ve yaşamından memnun olmayan insanları bir araya getirmek ve bir kitle hareketine dönüştürmek başarısını sağlamak için şimdiki zamanın kötülenmesi hatta aşağılanması gerekiyor. Geleceğe dair hayallerin ve ütopyaların ortaya çıkarılması, kolektif bilincin sağlanması için gerekli. Ulaşılması gereken ideal hedef için an’ın yenilmesi gerekiyor.
Oluşturulan şimdiki zaman kötülemesi ve ulaşılması gereken ideal hedef algısı ile insanlara vaat edilenin aslında toplumsal bir amaç gibi görünse de direkt bireye ve içinde bulunduğu acze çare bir çözüm umudu olduğu açık değil mi?
Çünkü şimdiki zaman kötülemesi yaparken bireye ikna edilen kötü gidişatın en net etkisi, en çıplak örneği o bireyin içinde bulunduğu durumu işaret ediyor.
Aslında bireyin kendi kötü kaderini ya da yaşam karşısında uğradığı hayal kırıklığını çözmekten başka derdi yok. Fakat süreç onu zaman içinde kendi gerçekliğinden de koparıyor.
Çünkü an değersizleşince beraberinde an’ın içindeki bireyin kendisi de aynı ölçüde değersizleşiyor ve gelecek ideal hedef karşısında yaşamının önemini başarmanın ve başaran tarafta olmanın önemi alıyor.
Korku, aidiyet, hüsran ve yetersizlik duyguları üzerinden inşa edilen kolektif yapı ile tek başına birey bir anlam ifade etmiyor. Etnosentrik tutumda olduğu gibi, içinde bulunduğu kolektif yapı üzerinden yaşamı tanımlayan ve onu her şeyin üzerinde görmeye başlayan birey için, birlikte hareket etmenin ve kazanan tarafta olmanın umudu ötesinde bir gerçek kalmıyor.
Hoffer kitabında Ferrero’nun Fransız Devrimi sürecindeki başıbozuk kitle için söylediği sözü şöyle alıntılıyor. “Onların döktükleri kan arttıkça, prensiplerinin tek gerçek olduğuna inanma ihtiyaçları da artmaktaydı. Onlar o kadar kanı, halkın egemenliği fikrine inandıkları için dökmediler fakat korkuları nedeniyle o kadar çok kan döktüler ki sonunda halkın egemenliği fikrine inanmaya başladılar."
Toparlayacak olursak bireyin kendisi olmak gibi biricik ve en temel değerinin üzerine çöken yönetme ve otorite isteğinin yarattığı bu kitlesel yapılar ile insanlık tarihinin kanlı haritası hiç temizlenmiyor.
Bireysel düşüncenin ve bireysel bilinç yetisinin önemini anlamak, örgütlü hareket etmenin ancak bireysel bilincin olgunlaşması sonuncunda olabileceğini kavramak, ortak değerlerin ve ortak aklın inşasının önce bireysel aklın zenginleşmesi ile mümkün olduğunu kavramak için okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Hatta mutlaka…
Fakat yine de şu cümle ile bitirmek istiyorum.
“Bu kadar serbestçe konuşabiliyorsam bu, başkalarını kendime inandırmak zorunda görmediğim içindir” Michel de Montaigne