Efsaneye göre, Babil’de insanlar Tanrı’ya ulaşmak için bir kule inşa eder. İnsanların kendi kusursuzluğunu Tanrı’nın kusursuzluğu ile kıyaslaması Tanrı’yı çok kızdırır. Bu durum onun gözünde insanlığın kendini beğenmişliğinin ve kibrinin bir sonucudur. Kuleyi yıkar ve o güne kadar aynı dili konuşan insanların, birbirlerini anlamasına engel olmak için, dillerini ayırarak onları cezalandırır.
Tanrı’nın farkında olmadan, bir anlık öfke ile yaptığı bu cezalandırma zaman içinde bir mükafata dönüşecektir…
Çünkü yüzyıllar içerisinde farklı coğrafyalarda farklı dilleri konuşan insanların ortaya çıkardıkları farklı söyleyişler, sesler, yaşadıkları coğrafya ve birbirleri ile etkileşimi sonucu yarattıkları yaşam formları ve o yaşamın içerisinde gelişen anlam arayışları ile dünyada binlerce farklı kültür oluşacaktır.
Bu kültürler daha sonra birbirleri ile etkileşime geçecek, anlam arayışları ve insanlığın gelişim süreci içerisinde sanatı ve felsefeyi doğuracaktır.
Böylece, hikayeye göre Tanrı’nın bu cezası bize estetiği ve çok sesli bir dünyayı armağan edecektir.
İnsanlık tarihi içerisinde ortaya çıkan kültür ve kültürel yaşam iletişime engel olmak yerine ona daha geniş, çok yönlü ve derin bir içerik kazandıracaktır.
Öyle ki; John Tomlinson, kültürü “insanların sembolik temsil pratikleri yoluyla anlam inşa etmeye çalıştıkları bir yaşam düzeni” olarak tanımlar. M. J. Collier ise kültürün, “sembol, anlam ve normların tarihsel aktarım sistemi” olduğunu söyler. Bir bakıma kültür iletişimde anlam aktarımını sağlamaktadır. Anlamın inşası ve aktarımı sürecinde farklı kültürlerin varlığı ve birbirleri ile kurdukları ilişki ise bütün bu tanımlamalara katmanlı ve derin bir içerik kazandırır.
Farklı coğrafyalarda küçük topluluklar halinde yaşayan insanlar zaman içerisinde bir araya gelerek daha büyük toplulukları meydana getirmiş ve iç içe geçen kültürler ile gitgide zenginleşen, gelişen kültürel yapılar oluşmaya başlamış ve henüz başlarda bir araya gelen bu topluluklar yüzyılın ortalarında etnisite kavramı ile tanımlanmış ve etnik kimlik, etnik kültür kavramlarından söz edilmeye başlanmıştır.
M.Ö 750’li yıllarda Smyrna bölgesinde yaşayan Homeros’un yapıtlarında geçen ve bugün kullandığımız “etnik” kavramının kökenini olarak kabul edeceğimiz Ethnos Hetarion tümcesi bir grup arkadaş anlamına gelmektedir.
Anthony Smith, etnik grubu “ortak soy miti, tarih ve kültürleri ile birlikte bir toprak parçası ile özdeşleşen ve dayanışma duygusuna sahip insanlar nüfusu” olarak tanımlamaktadır.
Bu tanımların yanı sıra Etnisite ve etnik kültürlere ilişkin kavramları tanımlayan, ilkçi, araçsalcı, etkileşimsel ve etnosimgesel yaklaşımlar ile birlikte bu topluluklara ilişkin çok sayıda görüş ileri sürülmüştür.
Fakat, Etnisite ve etnik toplulukları tanımlarken öne çıkan en önemli unsur, kültürel bir topluluğa ait olma ve kolektif kimlik algısına yapılan vurgudur. Etnisite bir yönüyle kolektif kimlikle de ilgilidir.
Bu nedenle zaman içerisinde etnik kimlik kavramından söz edilecek ve etnik kültürlerin ayırt edici özellikleri üzerinde durulacaktır.
İşte bütün bu süreç, etnik topluluklar ve kimlikleri, bu toplulukların kültürel süreçleri içerisinde ortaya koydukları anlam ve ifade formalarının bir araya gelerek oluşturduğu kültür yapılarını, sanatı ve felsefeyi inşa edecektir.
Zamanla gelişip büyüyerek ya da bir araya gelerek daha büyük kitlesel oluşumları meydana getiren bu etnik kültürlerin bazıları hala geçerliliğini ve güncelliğini korurken, bazıları unutulmuş, zamanın içerisine hapsolmuştur. Halen bilinen etnik kültürler içerisinde dahi artık hatırlanmayan pek çok önemli ve özel anlam ve ifade formlarına rastlamak mümkün.
Oysa ki tarih boyunca biriken ve bugünü inşa eden bütün bu kültürel sürecin, dünyanın en değerli miraslarından biri olduğunu hatırlayalım.
Edebiyat, müzik, tiyatro, resim ve heykel sanatlarının geçmiş yıllardan bugüne taşıdığı miras, sadece insanlığın geçmişini anlamaya değil, bugünün kavramaya ve geleceğini öngörmeye yönelik en değerli unsurlardan değil midir?
Öyleyse kültürlerarasılık, çok seslilik, etnisite kavramları üzerine yeniden düşünmek ve dünyanın bu büyük mirasını anlamak için; modernitenin ve günümüz iktidar anlayışının dikte ettiği, sanatın ve felsefenin sorgulayan, üreten, değiştiren, dönüştüren ve yeniden kuran yanını törpüleyen, bugünü anlatmayan, yarına ulaşamayacak kurgusal ifade yapısı ve anlayışını terk etmenin zamanı geldi sanırım.