Halkların insanca yaşamaları için; her inanç, ulus, milliyet, renk, dil ve her meslekten insanlar duyarlılık gösterdiler. Birlikte insanca yaşanıla bilinir dünya kurmak istediler.

Başarmak için çaba harcandı, başarıldı, başarıldı yaşatılamadı…

Aynı yöntemler ile başarı şansı var mı?

Günümüz koşullarında hala açlığı, yoksulluğu, ayrımcılığı, dışlanmışlığı kendi kaderleri olduğuna inanan milyonlarca obsesif insanlar var.

Bu kesimlere, sunulan tedavi yöntemleri, sağlıklı yaşam reçeteleri ilgi görmüyor. Kendilerini izole ettikleri yoğun bakımda bu dünyada değilse öbür dünyada, tanımlayamadıkları gücün şefkatli yaşam vereceğine inanıyorlar.

İnançları ile yaşamlarını bütünleştirenlere sözüm yok. Çok açık ki, bunların çoğu inançlarında samimi değiller. Bu kesimlere kendilerini yormadan çıkar elde edecekleri bir kaynak bulduklarında, inanç, ideal değerini hiçe sayarak, bir çırpıda vaaz geçerler.

İnovasyon gerek!

Özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımladığımızda Türkiye’de gözle görülür ne değişimi yaşandı?

Fransız Devrimi (1789) ve ardından gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesini temelde günümüze uyarlayabilir miyiz?

Hala açık alanlara afiş asma, duvarlara yazı yazma, araç konvoyları oluşturma, yollara meydanlara bayraklar asma, elden ele bildiriler dağıtma… Propagandası sürdürüle bilinir mi? Dijital propaganda çoktan bu tür eski yöntemlerin önüne geçti. Bundan böyle abesle iştigalden vazgeçilmelidir.

Açıkça ifade edebilirim ki, dönem hızlı ilerliyor. İnsanların bilgiye ulaşma kaynağı değişti. Uluslararası çalışmalardan kolay dil tercümesi metodu ile haberdar olunuyor. Bilgi taşıma, halkın örgütlülüğünü yaratma, demokrasi mücadelesi yöntemleri revize edilerek küresel sermayenin seyrine göre ilerlemek yerine önüne geçmelidir.

Kendi aydınlanmalarını halka taşımak uğruna; ölümler, işkenceler, ceza evleri... Ödenen bedelleri ve halkın kazanımları açısından muhasebe yapıldığında ortaya çıkana sonuca kuşkusuz hepimiz üzülüyoruz.

Akademik, kültürel, sanatsal, bilimsel, tarihi, felsefi… Çalışmalar mutlaka ve mutlaka mutasyon göstererek yoksulların bedenine yapışan sermayenin sömürücü, öldürücü virüslerini yok edecek güçlülükte yenilikçi adaptasyon yaratılmalıdır. Avangart olunmalıdır.

Ne değişti?

· Yakın tarihimize bakalım: Allaha inanarak, Müslüman oluklarını ilan eden ahali, Osmanlı Padişahlarına kulluğunu kabul ederek yaşadılar. Müslüman inancı gereği Kuran’dan ayetler ile “Allahtan başka kimseye kulluk edilmez” çağırısı yapan dönemin aydınlarını Osmanlı zabitlerine halk gammazlamadı mı?

· Anadolu’nun işgaline karşı kurtuluş savaşı verildi. Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kurtuluş savaşı önderlerinden Atatürk’e, İnönü’ye işgal kuverlerinden daha çok kin, nefret duyarak küfür edenlerin kimler olduğu ortada değil mi?

· Kurtuluş Savaşı koşullarında kadınlara kısmi de olsa hak veren yasaları çıkaran Cumhuriyete lanet okuyan kadınları görmüyor musunuz?

· Halkın en bilge, en eğitimli, en yiğit evlatları 1968 kuşağının devrimci neferleri eğitimlerini, kariyerlerini, geleceklerini hiçe saydılar. Herkese İş, Köylüye Toprak, Halka Hürriyet talebi ile işçileri köylüleri aydınlatan gençleri köylüler Jandarmaya, işçiler Polise ihbar etmediler mi?

· Darbe koşullarını oluşturmak için insanları ulus, milliyet, inanç üzerinden ayrıştırarak, sağcı-solcu diye çatıştıran, şartlar oluşunca sermaye lehine darbe yapılmadı mı? Darbeci generaller yoksul mahallelerde alkışlanmadı mı?

· Sömürüye son vermek için dünya işçileri mücadele ettiler. Yakıldılar, öldürüldüler, idam edildiler, işkence gördüler, kurşuna dizildiler. Direnerek, sosyal siyasal haklar kazandılar. 1 Mayıs Birlik ve Dayanışma Günü, işçi Bayramı olarak ilan edildi. 1 Mayıs işçi bayramını kutlamak isteyen, aynı zamanda engellemek isteyen yine aynı kaderi paylaşan işçiler değil mi?

  • Yurt, eğitim, yemek…, sorunlarını dile getirmek için yaptıkları yasal çalışmalara, aynı koşullarda yaşayan bir başka öğrenci grubu engellemeye kalkıyor.

Sanırım, bilindik bu örnekler yeterli.

Haklılık mı? Hata mı? Asıl mesele, bu gelişimlerden sonuç çıkararak yeniden, sofistik örgütlenme ve mücadele yöntemleri belirlemek.

Yirmi yıl önce işçilerin, emekçilerin yoksulların ellerindeki tek örgütlü güçleri sınıf sendikalarıydı. Grev, genel grev ilan ederek emekten gelen gücü ile haklarını alma yöntemi vardı.

Bugün, en cılız hali ile varlıklarını sürdüren sendikalar yakın gelecekte güçlerini daha çok kaybedecekler. Pandemi koşullarında küresel sermaye yeni strateji çalışma modeli ile daha çok kazanma yarattı. Evden çalışmalar pandemi sonrası sürdürülecek. Aynı iş yerinde çalışanlar iş arkadaşlarını tanımayacaklar.

Uçaklar pilotsuz, trenler makinistsiz, makineler robot ile yönetilecekler. Elbette bunları uyarlayan kuşkusuz bir insan olacak. Makinelere komut programlayan işçi trenleri tamir eden işçiyi tanımayacak. Sermayenin kira, sigorta, servis, yemek giderleri… Ortadan kalktı. Daha az işçi ile daha çok iş yaptırma ortamı yaratıldı.

Kuşkusuz, bundan böyle emek sermaye artı ve eksi farklı kutuplar olarak varlıklarını sürdürecekler.

Çalışma yöntemi değişince, örgütlenme yöntemi de değişmeli!

Nitekim insanlar beden ve beyin gücü ile çalışıyorlar. Yirmi yıl önce beden gücü çoğulcu güçtü. Bundan böyle beden gücünün yerini beyin gücü aldı.

Yazılım ve bilişim beynine sahip olanlar her alanda yönetimlere sahip olacaklar.

SONUÇ OLARAK!

Bilişimin en temel görevi, bilgi ile teknoloji arasında köprü kurmaktır. Bilişimin amaçları içinde, var olan teknolojinin insan ihtiyaçları için düzenlenip geliştirilmesi de yer almaktadır. Yazılım ve bilişim gücünü insanca yaşanılır bir dünya için örgütlemektir.

Mesele: Bilgi almak değil.

Asıl mesele: Bilgiliyi bilinç ile aydınlatarak, insanca yaşanılır bir dünya yaratmak, yaşatmaktır.

Haydi hayırlısı…