Yarım asrı geçtim bu dünyada…
Hep çok kalabalık çok tantanalı geçti ömrüm…
Ta ki son yıllara kadar.
Büyük bir hızla yalnızlaşıyorum.
Bile isteye, tercihle.
Çünkü artık hem tahammülüm kalmadı hem de kimseyi tolere edemiyorum.
Bak diyorum kapı orada… Kredin bitti bende.
Gereksiz anlaşış, duyduklarımı, gördüklerimi yok sayış bitti.
Keşke hep böyle olsaydım.
300 Spartalı filmindeki Leonidas gibi çok daha önceden, ilk yanlışında tekmeyle kendi çukuruna göndermem gereken vasıfsız hainlerle boşuna vakit harcamışım.
Daha doğrusu bilerek, harcadım.
Çünkü ben hep insanları sevmeyi ve onlara güvenmeyi tercih ettim.
Gözümle gördüğüm, kalbimle hissettiğim oyunlarını görmezden geldim.
Bu, sevilmeden ve güven duygusu olmadan büyüyenlerin gereksiz özverileri imiş.
Bunu da yeni öğrendim ve kendime çok üzüldüm.
Hep diyorum ya, yıkılmak var enkaz olmaz yok…İşte bunu okuyup öğrendim ve üzülmeyi kısa kestim.
Sadece beni sevin ne olur sevin diye zıplayan çocuğu unut artık… Kalabalık olacaksın diye kendini ezme, ezdirme artık Öncel dedim, bilinç altımın bendini açtım…
Söylediklerimle ya da hiçbir şey demeden buhar edip uçurduklarımla ezdim, geçtim yalnızlığın hafifliğinde kaldım.
***
İşte o zaman hayvanların seslerini ve bana fısıldadıklarını duymaya başladım. Yakından tanıdığım hayvanlar yani:
Kediler: “Ben nankör falan değilim. Tamam teşekkür ederi beni sokaktan, soğuktan, açlıktan kurtardın ama sonuçta doğal ortamımda değil, lüks bir hapishanedeyim. Sadece hayatımı kolaylaştırdığın için istediğin her saniye beni oyuncak gibi yoğuramazsın. Benim de bir yaradılışım var. Günde 18 saat uyumam lazım, yazılımım böyle. (Üç kuruş için boyun eğmiyor, başı dik!)
Köpekler: “Evdeki kediden korktuğuma bakma. Ya da beni azarladığında sesimi çıkarmadığıma. İstesem, o çenemi bir kilitlerim, kimse açamaz. Ama bunu istemiyorum. Barış içinde yaşamak varken gereksiz güç gösterisine ne gerek var? Beyni az çalışanın kas gücü artarmış. Olur da bir gün yok olursan ben seni burnumun beynime yolladığı sinyalle bulurum. Umarım öyle bir şey olmaz, ben seni çok seviyorum ve öleceğim güne kadar korumaya yeminliyim. (Gücünün farkında ama sevmeyi ve şefkati seçiyor.)
***
Kirpiler: ‘Yumuşak karnımı kimseye göstermeden önce sırtımdaki dikenleri parlatıyorum. Görüntüm ürkütücü olsun ki kimse o yumuşak karnımı bilmesin, zarar vermesin.
Bir tehlike gördüğümde kendimi kapatıyorum, savaşacak gücüm yok, ısıramam mesela. Ama bir gurultum var, onu da işte zorla çıkarıyorum bakma… Dışarıdan hem dikenli hem tembel görünüyorum ya… Sen beni bir de yalnız gör! Minnak bacaklarımı yukarı kaldırıp kedi gibi koşuyorum. Kışı uykuda geçiriyorum. Eğer yakınlarında beni görürsen kış için küçük bir kutu ayarla. Kadim inanışlara göre sana şans getiririm. (Dikenlerime bakma, tanımaya çalış, anla beni seversin belki.)
Saksağanlar: karga ve kuzgun soyundan geliyoruz. Çok fırlamayız. Çok güzeliz ama sesimiz seni sabah yatağından fırlatır. Eee işte her güzelin kusuru. Bir de kuş avlayan kedilerin intikamını biz alıyoruz. O kadar korkusuzuz ki. Çatılarda kedileri koşarak kovalıyoruz. Uçmaya tenezzül etmiyoruz. O kadar güçlüyüz. (Sana öğretilen korkuların üzerine git.)
***
Eşek: Çöplüğe terkedilmiş çok yaşlı bir eşeği canım arkadaşım Lucie ve Marc sahipleneceklerini söylediklerinde dedim ki gelsin, hoş gelsin ama ne olur adı Öncel olsun.
Geldi… Bacaklarında yıllarca telle bağlandığı için yara izleri… Ama hiç ürkek değildi. Okşanan elleri, güzel gözlerini öpen bizleri hemen benimsedi. Arkadaşlarımın evinin salonunda takır tukur gezdi. Kimse ona git kışt demedi. Güneşte Lucie’nin kucağına yattı okşandı. Ben Marc’ın “Öncel’e elma soyuyorum” sözünü “yok ben elma istemiyorum” deyip yanlış anladım güldük falan…
Eşek Öncel son yıllarını çok mutlu ve hak ettiği gibi yaşadı. (Hayat ve insanlar sana hoyrat davranabilir, son ana kadar ümidini kaybetme. Birkaç kişinin sevgisi sana her şeyi unutturabilir.)
At: Yılar önce bir at ısırmıştı beni. Evet çok komik. Hatta annemi aramıştım “anne beni at ısırdı” diye. “Bir o kalmıştı çocuğum” demişti anacığım. O günden sonra hep korktum o çok sevdiğim görkemli hayvanlardan. Birkaç yıl önce 31 Aralık günü Ilıca plajına gittim, yılın son günü dua etmeye, dilek dilemeye. Çünkü deniz bana hep iyi gelir. Sahilde şahane bir at ve binicisi koşuyordu. Korkuyu yendim gittim yanına. İngiliz atı… Boynunu yüzüme, üzerime sürmeye başladı. Sahibine korkuyla dedim ki; ne yapıyor? “Çok terledi ve size de güvendi. Kendini kuruluyor” dedi. (Yanlış anlamışsındır belki. Herkes ikinci şansı hak eder.)
***
İşte onlardan öğrendiklerim.