Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir salgın içerisinde yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. “Normal” zamanlarda zaten çoğumuz için baş edilmesi zor olan pek çok sorunun derinleştiği bir yoksunluklar dönemindeyiz. Salgını atlatıp eski normal günlerimize dönmeyi umut etsek de salgın öncesinden gelen sorunlar gündemimizin başında yer alıyor.
Geçtiğimiz ay halkın en çok konuştuğu konular; geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, işsizlik, ekonomik kriz, işlerin yavaşlaması, Koronavirüs salgını ve salgınla ilgili gelişmeler, aşı gündemi…
Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi Türkiye Siyaset Paneli Araştırması’nın sonuçlarına göre halkın 76,9’u Türkiye’nin durumunun geçen yıla göre daha kötü olduğunu düşünürken yüzde 56,3’ü önümüzdeki bir yılda durumun daha da kötü olacağını düşünüyor.
Bu sonuçlar, salgın tüm dünyada yaşamı derinden etkilese de Türkiye’de yaşananın salgının ötesinde bir toplumsal krizi olduğunu işaret ediyor. Dünyada salgınla ve orta çıkardığı olumsuz etkilerle mücadele için geniş ölçekli önlemler alınırken Türkiye’de devlet olanaklarını elinde tutan iktidar, yaşadığımız toplumsal krizi yönetemez halde.
Halkın gündemindeki konuların hiçbirine yanıt veremeyen iktidar, Portekizli komünist yazar Jose Saramago’nun Körlük kitabındakine çok benzer bir tutumla, sadece günlük polemiklerle durumu geçiştirmeye çalışıyor. Ve yine Körlük’te olduğu gibi, salgınla baş başa bırakılan halk henüz kısık sesle olsa da memnuniyetsizliğini ve tepkisini ifade ediyor.
AKP/Saray iktidarının elindeki tüm devlet olanaklarına rağmen salgınla mücadeledeki “başarısızlığı”, bir yandan toplumsal krizin derinleşmesine sebep olurken diğer yandan da son seçimlerde yerel iktidarı ele geçiren muhalefete tarihi bir fırsat sunuyor.
Muhalefet, normal şartlarda devletten beklenen önlem ve destekleri belediyeler eliyle sunmaya çalışıyor. Halk ise derdinin çaresini, devlet olanaklarını elinde tutan AKP/Saray iktidarından değil muhalefetin belediye başkanlarından bekliyor.
Herkes, devlet yokmuş gibi yaşamaya çalışıyor…
Salgının başında belediyelerin yardım kampanyası paralarına el konulmasından maske krizine, halk ekmeği mücadelesinden çiftçilerin ürünlerinin satın alınıp ihtiyaç sahiplerine sunulmasına kadar pek çok gündelik sorun ve çözüm halkın gözü önünde yaşanıyor. Halk görüyor…
Yine Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi’nin araştırma sonuçlarına göre, AKP-MHP ittifakının oyu yüzde 37,4’e kadar gerilerken, cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın oyu ise yüzde 37’ye düşmüş durumda. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda ise adayların Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş olması durumunda Erdoğan’ın seçimi kaybettiği görülüyor
Araştırmanın “Seçmen tercihleri” kısmında ise panelistlere yöneltilen “Bu pazar milletvekilliği seçimi olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?” sorusuna verilen yanıtlarda AKP’nin oranının yüzde 27,2’ye düştüğü görülürken, küçük ortak MHP’nin oy oranı ise 5,6’ya gerilediği anlaşılıyor. CHP’nin oyu 17,9, İYİ Parti’nin oyu 9,3, HDP’nin oyu ise 7,5 seviyesinde. Kararsızların 15,9’luk oranı dikkat çekerken, oy kullanmayacağını açıklayan seçmenlerin oranı ise yüzde 11 olarak belirlenmiş.
Buna göre, Cumhur İttifakı’nın oy oranı yüzde 37,4’te kalırken, Millet İttifakı’nın oy oranının ise yüzde 33,5 olduğu görülüyor.
Devlet olanaklarının AKP/Saray iktidarının ve aslında AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel tercihlerine göre kullanıldığı Türkiye’de, salgınla derinleşen toplumsal krize müdahale edilemiyor. Devlet halkın sorunlarına körleştikçe, belediyeler/yerel iktidarlar devletin görevlerini üstlenerek sorunları hafifletmeye, kısmi de olsa çözümler üretmeye çalışıyor. Ve anlaşılan o ki şimdiden halkın siyasi tercihlerinde bir değişimi sağlamış durumdalar.
2 yıl önce sadece bir ilçenin belediye başkanı olan veya seçimleri kaybetmiş bir aday olan insanların, ülkeyi 20 yıldır yöneten bir Cumhurbaşkanına karşı bu kadar kısa sürede güçlü alternatifler haline gelmesi, merkezi iktidar ve yerel iktidar arasındaki ilişkiyi yeniden tartıştıracak bir durumu işaret ediyor. Sorun Erdoğan’ın başarısızlığı değil yani, sorun bir tek kişinin aparatı haline gelen devletin halka körleşerek tarihsel varoluş koşullarını da aşındırması.
O zaman bir tespit ve bir soru: Kentleri yönetenler, devletin körleştiği halka hizmet ve çözüm ürettikçe toplumsal kriz yeni bir aşamaya geçiyor, devlet yokmuş gibi yaşamaya çalışacaksak devlet neden var?
***
Her hafta Pazartesi günleri bu köşede kent hakkı, kent yaşamı, yerel yönetimler ve toplum ilişkisi üzerine güncel konuları bütünsel bir yaklaşımla ele almaya çalışacağız. Başlarken hem bir merhaba demek hem de bugün bir ilk fotoğrafını çekmek istedik. Önümüzdeki haftalarda merkezi devlet ile kent iktidarının ilişkisinden kentsel adalete, kent yönetimi tarzlarından kenti asında kimin/nasıl yönettiğine ve yönetmesi gerektiğine kadar farklı konuları güncel gelişmelere uyumlu olarak tartışmaya devam etmek üzere…