Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Siyasi, ekonomik ve askeri olarak güçlenen bir Türkiye fotoğrafı kimsenin işine gelmiyor” açıklamasında bulundu. “Güçlü ekonomi” için, “İnsanımızın tasarruf alışkanlığında döviz ve altın ağırlıklı yer tutuyor. Bu varlıkların istihdama ve üretime katkısı olmuyor. Gelin, verim ekonomisinden yana olalım. Tasarruf ekonomisinden yana olalım, israf ekonomisini bir kenara koyalım” sözleriyle yurttaşın birikimine göz diktiğini yeniden ifade etti.
Bu açıklamanın yapıldığı gün birçok ilde işçi ve emekçiler ise temel tüketim maddelerine yapılan zamlara ve fahiş vergi artışlarına karşı açıklama yaptı. KDV-ÖTV gibi adaletsiz dolaylı vergilerin düşürülmesini talep eden işçiler, gelir vergisi ilk dilim oranın ücretlilerde yüzde 10’a düşülmesi çağrısında bulundu. Vergi tarife dilimlerinin arttırılmasını da talep eden işçiler, sorunun kısmi çözümü için az kazananın az, çok kazanın çok vergi ödemesi gerektiğini dile getirdi. “İşçi sınıfının yaşadığı gelir kaybını telafi etmesinin en önemli yolu, sendika ve grev hakkıdır. Bu hakların kullanımı önündeki tüm engeller kaldırılsın” talebi yapılan açıklamalarda önemli bir yer tuttu.
Erdoğan ve sermaye düzeni işçi ve emekçilerin bu taleplerini görmüyor, dinlemiyor elbette. Hatta mevcut sorunları katmerleştireceklerini, “güçlü ekonomi” çağrısı ile işçi ve emekçilerin cebine göz dikerek aşılacağını ifade etmiş oluyorlar. Geniş halk kesimleri yarınını dahi planlayamaz durumdayken, günü kurtaracak harcamalar ile ilerliyorken, tasarruf çağrısı yapmak dalga geçmek gibi görülebilir. Ancak bilinmektedir ki, ekonominin dengesiz olduğu veya kriz dönemlerinde sermaye düzeninin yapacağı ilk hamle işçi ve emekçilerin yoksulluğunu arttırarak, zenginleri daha zengin etmek olacaktır.
Rakamlar ortada. İşçi ve emekçiler küçülürken, sermaye grupları korkunç kazançlar elde ediyor. Uluslararası sermayeye, “Ucuz iş gücü olarak ülkemiz size bir cennet” vaadinde bulunuluyor. İçerde, “bizi çekemiyorlar, bizim büyümemizi istemiyorlar” dedikleri dış güçlerden, para talep ediyorlar. Kaldıysa ülkenin varlıklarını satmaya hazır olduklarını da ifade etmekten geri durmuyorlar. Dışarda aradıklarını bulamadıkça, içerde zulmü arttırıyorlar.
Sürecin zorlukları
Sermaye düzeninin iktidarı zulmü arttırıyor, muhalefeti ise yaşanan yoksulluğu görmezden geliyor. “Muhalefet” temsili, süslü makam odalarında göstermelik zamlara tepki açıklaması yapıyor. Kendi içlerinde, kliklerin değişiminden söz ederken, “işçi ve emekçilerin yaşamı nasıl iyileşecek, değişecek?” sorusunu havada asılı bırakıyorlar. Kendi varlık nedeni sermaye ve onun düzenini korumak olan partilerden de ötesi beklenmemelidir. Durum böyle olmasına rağmen işçi ve emekçilerin önemli bir bölümü ne yazık ki, iktidar ve muhalefette olan sermaye partilerinden kopamamaktadır. Yaşanan sorunun zorluğu da çözümsüzlüğü de tam buradan geçmektedir.
DİSK tam böylesi bir dönemde dün ve bugün işyerlerinde yürüyüşler yapıyor, zamlara karşı açıklamalarda bulunuyor. Yarın ise protesto eylemlerini, meydanlara taşıma kararlılığı gösteriyor. İşçi ve emekçilerin sorunlarını dile getirebileceği her türlü eylem önemlidir ve ilerleticidir. Sermaye düzeni iliklerimize kadar bizleri sömürmek istiyor. Saldırıları püskürtmenin tek yolu birlikte mücadeleden geçiyor.
DİSK iş yerlerinden başlayarak, meydanları işaret ederken Türk İş ne yapacak merak ediliyor. Bu eylemleri kim ne kadar destekleyecek, temsili katılımla mı sınırlandırılacak? DİSK eylem yaptıktan sonra “görevimizi yaptık bitti” mi diyecek yoksa farklı biçimlerde devam mı ettirecek? Bu sorulara verilecek cevaba göre sermayenin saldırılarının dozu belirlenecek. DİSK önemli bir karar almıştır, tüm çevrelerce büyütülmeli, sahip çıkılmalıdır. İzmir’de PTT çalışanı Berran Özen Kırmızıgül’ün dağıtım sırasında beyin kanaması geçirerek yaşamını yitirmesi üzerine yapılan eylemde, “Berran’a yaşattığını yanınıza kar koymayacağız. Artık korkun bizden” sözlerindeki kararlıkla ilerlenirse saldırıları püskürtmek mümkün.