11 Eylül 1973 günü Magallanes radyosunda bir ses tüm Şili halkına sesleniyordu;
“Ülkemin işçileri, Şili’ye ve yazgısına inanıyorum. Başka insanlar, ihanetin galebe çaldığı bu karanlık ve acı anı yenecekler. Siz de bunu bilerek ilerlemeye devam edin, er ya da geç o büyük caddeler tekrar açılacak ve özgür insanlar yeni bir toplum oluşturmak için o caddelerden yürüyecekler.”
Bu sesin sahibi faşist bir darbe ile devrilen Şili’nin sosyalist lideri Allende idi. Ölmeden hemen önce kuşatma altında bir radyodan halkına veda konuşması yapıyordu. Bu konuşmanın 46 yıl sonrasında bugün Şili halkı o caddeleri doldurmuş, isyan günlerini büyütüyor. O günün karanlığında, ölüm hemen yanı başındayken Allende’nin sarf ettiği o sözler bugünü ve yarının güneşli günlerini tarif ediyor, tarihin onurlu sayfalarında hiç unutulmamak üzere yerini alıyordu.
Geçen hafta bu köşeden Ortadoğu’ya ve direnen Ortadoğu halklarına iki çift söz, bir şiir bırakmıştık. Alnına kader diye savaşların yazıldığı, üzerine gelen tanklara ellerinde sapanlar ve taşlarla karşı duran Filistinli çocukların, Irak’ta Amerikan askerlerinin katliam ve tecavüzlerine uğrayan Felluce’li kadınların, Suriye’de IŞİD vahşetine karşı yurtlarını savunan, teslim olmayan halkların, büyük göçlerin ve sürgünlerin coğrafyasına iki çift söz… Şarkıları sınırların tellerine asılı kalmış, zulme karşı direnişi ilmek ilmek örmeyi bilen halklara bir de şiir kalmıştı bizden.
Bu hafta ise o şiirin kaldığı yerden yola düşüp, Şili ile başlamak istedim yazmaya. En uzağımızdan. En uzağımızda olsa da gür seslerini duyduğumuz, ateşiyle ısındığımız Şili’den. Belki de domino taşlarının en başından. O yüzden yazının başında Allende’nin o muazzam radyo konuşması selamladı sizleri. Sonrasında da dünyada olup bitene şöyle bir göz gezdirip, kısa kısa notlar düşelim istedim İz Gazete sayfalarına.
Ve biz dünyada bir yerlerdeyiz hala. Dünyanın sokaklarının, kentlerin yoksulları ile dolup taştığı isyan günlerinden geçiyoruz. İran’da aylardır kadınların durdurulamayan itaatsizliğini izliyoruz, özgürlük rüzgârları yüzümüzü yalayıp geçerken. Lübnan’da on binlerce insan gece gündüz sokaklarda. İzlerken Feyruz’un şarkılarını dinler gibiyiz Beyrut’un sokaklarında. Yakılmış, yıkılmış ama dirençle ve inatla ayakta kalan, adına şarkılar yazılmış o kadim şehrin sokakları. Kim bilir ne güzeldir şimdi Beyrut’ta direniş günleri. Azerbaycan’da da halk sokaklara dökülmüş durumda. Koca ülkeyi aile şirketi gibi yöneten, eşi, dostu ve akrabalarına zenginlik dağıtan Aliyev diktatörlüğünün yolsuzluk ve hırsızlıklarına, halka reva gördüğü yoksulluğa karşı Azerbaycan’ın kentlerinde de insanlar hakları olanı istiyor günlerdir. Sudan’da bir süre önce başlayan halk hareketi daha da güçlenmiş geleceğini çiziyor. Başını diktatörlerden, işgallerden, katliamlardan, kıyımlardan kaldıramamış, talan edilmiş, açlıkla, kıtlıklarla sınanmış kara kıtanın insanları artık yeter diyor. Hakkı olanı istiyor.
Şimdi artık dünyanın halkları aynı dili konuşuyor. Direnişin, boyun eğmemenin, teslim olmamanın onuruyla isyan günlerinin en güzel öykülerini yazıyor sokaklarda insanlar. Ve muhtemeldir ki dünyanın farklı yerlerinde en güzel öykülere konu olacak daha milyonlar var. Yaşamın onurlu yüzü, insanın boyun eğmeyeniyle, diz çökmeyeniyle kol kola girince o en güzel öykülerin, en güzel şarkıların koşullarını kaçınılmaz bir şekilde var ediyor. Şair diyor ya “En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız” diye. İşte o henüz yaşamadığımız güzel günlerin hatırına belli ki kıvılcım yangına, meltem rüzgârları fırtınaya dönecek. Dünyanın sokaklarına İzmir’den selam olsun.