Yazılarımı izleyenler, gelenekten yararlanmak ve geleneğin dönüştürülmesi konusunu ne denli önemsediğimi ve bu konuda ne denli hassas olduğumu bilirler.
Kuşkusuz kıymetini anlayanlar için gelenek, gerçek anlamda bulunmaz bir hazinedir. Çok daha aşkın metinler (şiir, anlatı, hikâye) oluşturmanın da değerli yöntemlerinden biridir; dönüp-dönüp geleneğe bakmak.
Halk şiirimizin, divan şiirimizin, çağdaş şiirimizin büyük şairlerini anlamak için verilecek her çaba değerlidir. Sadi gibi, Attar gibi, Mevlana gibi anlatı, hikâye ustalarının raflarda çürümesine izin vermemek değerlidir. Yeni ve aşkın metinler oluşturmanın, yeni yöntemler keşfetmenin de araçlarından biridir ve bunu geleneksel metinler arasında dolaşmaktan hoşlananlar, iyi anlarlar.
Kuşkusuz bu yöntemin denenmesinden kastım, kimi insanların bu çağda (bu günlerde) yaptıkları gibi geleneği taklit etmek değildir. Geçmişte yazılmış güzel şiirlerin, sözgelimi; Karacaoğlan’ın, Yunus’un, Pir Sultanı’ın, Dadal Abdal’ın, Köroğlu’nun, Serdari’nin, Nesimi’nin, Fuzuli’nin yazdıklarını kopyalayıp, çoğaltmak da değildir. Yahut Bostan’ın, Gülistan’ın, Mesnevi’nin, Mantık’ut Tayır’ın gerisinde anlatılar yazmak hiç değildir. Onlardan yola çıkarak, onları dönüştürerek; ortaya daha aşkın, daha çağcıl yapıtlar koymaktan söz ediyorum...
Zaman zaman söylerim; hayatlarımızı ileriye doğru yaşarız hiç kuşkusuz. Fakat geriye dönüp bakmazsak, geleceği anlamakta da zorlanırız...
Bundan ötürü ki “geçmişten ders çıkartmak” sözünü bir önceki kuşağın insanları sürekli yinelerler. Acı ki yeni kuşağın unsurlarının büyük kısmı da bu sözü öylesine söylenmiş bir “lakırtı” olarak kabul eder, çoğu zaman üstünde hiç durmaz ve hayatı kendilerinden başlatırlar…
Oysa geleceği anlayarak kurmak, biraz da “geçmişten ders çıkartmak” sözünde saklı değil midir?
Bu gerçek artık yalnızca yazınsal yahut sanatsal üretim süreçleri için değil, besin ve besin üretimi için de böyle sanırım.
Geleneksel yöntemlerin bir bütün olarak reddedilmesiyle yapılan tarım da insanı verimsiz, besin değeri düşük bir üretim sürecine taşıyor... Yaşamlarımızı doğrudan ilgilendiren bu konunun hassasiyetini önemseyen kimi bilim insanları da, bu süreci değiştirmek için çaba veriyor. Ve geleneksel olanı sahiplenerek, daha aşkın ve verimli üretim yöntemleri üzerinde çalışıyorlar.
Geçen günlerde yayınlanan, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin iklim ve toprağa ilişkin raporu şöyleydi; “toprak kullanımında, tarımda ve beslenmede keskin değişiklikler olmazsa, küresel sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutma hedefine ulaşmak oldukça güç olacak…
Milyarlarca insanı biyoçeşitliliğe ve çevreye zarar vermeden besleyebilecek bir gıda üretim sistemine şiddetle ihtiyaç var. Eski tarım yöntemleri üzerinde çalışan araştırmacı Kelly Reed (Oxfort Üniversitesi), geleceğin sürdürülebilir tarım sistemlerini bulmada, geçmişteki ziraat uygulamalarının katkı sunabileceğini düşünüyor…
Keely Reed; “İnka öncesi dönemde Güney Amerika’da ortaya çıkan bir su kanalı sisteminin başarılı uygulamalara iyi bir örnek olduğunu belirtiyor. Waru Waru kanal sistemi denilen bu tarım yöntemi, iklim değişikliği nedeniyle artması beklenen sel ve kuraklıklara karşı mahsullerin daha dayanaklı olmasını sağlayabilirmiş…”
Bu konumuzun dışında gibi duran bilgiyi aktarmamın nedeni de; geleneksel olandan uzaklaştıkça, esasen organik olandan da uzaklaştığımızın altını bir kez daha çizmek. Yaşamın bütün alanlarında organik olana ihtiyaç duymaktayız ve organik olanı yeniden ve daha sağlıklı üretmemizin yolu da sanırım, geleneksel olanı doğru anlayıp, dönüştürerek, yeniyi bulmaktan geçiyor.
Demek ki neymiş? Geleneği reddetmeden ve bir bütün olarak içinde de kalmadan üretmek, her sahada çok değerli imiş!