Editörlüğünü yapmak üzere çalıştığım dosyalar bazı zamanlarda hastalıklar ve deneyimler üzerine yoğunlaşıyor. Bu dosyalarda yaşanan deneyimler hem kişinin geçmiş zamanını kayıt altına almasına hem farklı bir boyutta iyileşmesine hem de kendisiyle aynı derdi taşıyanlara yalnız olmadıklarını söyleyebilmesine ve belki de onlara bir yol gösterebilmesine yardımcı oluyor. Dosyanın yazarı içince durum baştan sona iyileştiren bir konu.

Hastalık deneyimini yaşayan kişilerin hikâyeleri de Tolstoy’un bütün büyük hikâyelerin ya birinin yolculuğa çıkmasıyla ya da şehre bir yabancı gelmesiyle başladığını söylemesi gibi, üstelik iki yönlü olarak başlıyor. Kişinin sıradan dünyasına yabancı bir hastalık geliyor ve kişi zaman içerisinde hayatına dönük bir yolculuğa çıkıyor. Kişinin hayat hikâyesi de ya orada başlıyor ya da büyük bir dönüm noktasından geçerek kendisi tarafından yeniden yazılıyor.

Duygu ve düşüncelerimizin bedenimizde, bedenimizle ses olduğuna inananlardanım. En basitinden stres anında yaşadığımız karın ağrısı, bir şeye çok sıkıldığımızda hemen beliriveren uçuk bedenin çok çabuk tepki verdiğini gösteriyor bize. Bunlar gördüklerimiz tabii, peki ya görmediklerimiz?

Dr. Gabor Mate’nin The Wisdom of Trauma (Travmanın Bilgeliği) adlı belgeseli yaz döneminde herkesin seyredebilmesi için ücretsiz gösterime açılmıştı. Ben o dönem değil, editörlük dosyalarımdan biriyle birleşince yakın zamanda izleyebildim belgeseli.

Dr. Mate travmalar ve travmaların çeşitli bağışıklık sistemi hastalıkları, kanser ve bağımlılıklar üzerine etkisi alanında çalışan bir doktor. Bu alanda yaptığı çalışmalar sonucunda bazı hastalıkların bazı kişilik özellikleriyle nasıl bağdaştığına kadar pek çok araştırma yapmış. Sonuçlar bir bakıma ilginç, bir bakıma hiç şaşırtıcı değil. Bu detaylara girmeden belgeselin ve çalışmaların özünü söyleyeyim.

Belgesel, adından da anlaşılabileceği gibi travmalardan öğrenebileceğimizi söylüyor. Gabor’un travma tanımı, travmanın insana olan bir şey değil, insana olan şey sonucu kişide ne olduğu yönünde… Travmanın kendimizle bağımızın kesilmesi olduğunu belirtiyor. Yaşanan olay sonucunda kişide ortaya çıkan duygularla ne yapacağını bilemeyen kişi onları görmek, anlamak, yaşamak yerine onları baskılayarak hayatına devam ediyor ve travma ortaya çıkıyor. Bu baskılanan ve izlenmeyen duygular ise kişinin hayatı için risk oluşturuyor. Çocuklukların ise yalnız olup paylaşamadıkları ve böylelikle de kendilerinden koptukları için travmatize olduğunu anlatıyor.

Travmalar bir salgın Gabor için. Üstelik anne babadan geçiyor çocuğa. Herkes acı çekiyor ve acıdan kaçmak istiyor; devam edebilmek için acıyı ve öfkeyi baskılıyor. Bunlar da ya çeşitli davranış ve tepkiler ya hastalıklar ya da bağımlılıklar olarak su yüzüne çıkıyor. Ki bağımlılık ilginç bir konu. Bağımlılığın travmaya cevap olduğunu söyleyen Gabor, bağımlılığı değil bağımlılığa sebep olan travmayı çözmeyi öneriyor.

Tüm bu anlatılan durum içinde çözüm basit, ama kolay değil. Üzerine düşünmeniz için bazı başlıkları buraya bırakıyorum.

Zihni bedenden ayırmamak.

Bireyi çevresinden bağımsız düşünmemek.

Dokunmak.

Bağlılık.

Kendi öz benliğimizle iletişim ve bağda kalmak.

İnsanlara oldukları gibi davranmak ve onları değiştirmemek iyileşmeye giden yolda dönüşümün başlangıcı diyor Gabor.

Modern tıbbın tüm gelişimini desteklerken ve onun sağlığımız için ortaya koyduklarından faydalanırken dönüp içimizde -duygu, düşünce ve bedenlerimizde, ne olduğuna bakmak daha sağlıklı bir dünya yaratmak için iyi bir adım gibi görünüyor.