Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan partisinin il başkanları toplantısında muhalefet partilerine seslenerek “ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını hatırlatmak istiyoruz” demiş. Elbette bu sözler siyasi partilerin neden var olduğunu, demokratik siyasetin ne olduğunu, muhalefetin temel amacının iktidara gelmek olduğunu bilmemekle ya da bilmezden gelmekle eleştirilebilir. Ancak sözleri ve sözlerin sahibini eleştirmek yerine bu sözler sarf edildiği sırada muhalefetin ne yaptığına odaklanmak sanırım daha doğru olacak.
İktidar partisinin lideri tarafından bu sözler sarf edildiği sırada ana muhalefet partisi CHP bütün örgütleri ile sahadaydı. Bölge, il ve ilçe danışma kurullarını yaparak örgütün görüşlerini alıyordu. Bütün milletvekilleri hem seçim bölgelerinde hem de milletvekili bulunmayan illerde sahada doğrudan halkla konuşup, onları dinliyordu. İzmir’de 30 milletvekili, belediye meclis üyeleri ile birlikte mahallelerde, köylerde gruplar halinde halkla buluşmaya, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyeleri tüm köylere gitmeye devam ediyordu. CHP’liler gittiği yerlerde buluştuğu insanlara siyasi propaganda yapmaya değil, onları dinlemeye, yaşanan tahribatın boyutlarını bizzat görmeye çalıştı.
Aynı hafta altı siyasi partinin temsilcileri daha önce iki kez yaptıkları buluşmayı bu kez TBMM çatısı altında yaptı ve güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda uzlaşma görüşmelerini sürdürdü, yeni dönemde yapılacakları konuştu.
HDP, seçimler öncesinde ve seçime dair görüşlerini ve duruşunu Tutum Belgesi adını verdiği metinle kamuoyuna duyurdu. Toplumu adalete, demokrasiye ve barışa çağırdı.
İyi Parti Genel Başkanı Akşener ülkenin her yerine giderek toplumun her kesimiyle buluşmaya devam etti. “Projeye değil ranta karşıyız” başlıklı kampanyayla siyasi iktidarın yanlış kararlarıyla harcanan kamu kaynaklarının halka harcanması durumunda neler yapılabileceğini somut örnekleriyle anlatmaya çalıştı.
Türkiye İşçi Partisi, “Hayat sadece nefes alıp vermek değil, yaşamda inat etmektir. Biz inatçıyız, sen inatçısın. İnat Kazanır” başlığı altında görüşlerini halka iletmeyi, gelecek döneme dair görüşlerini anlatmayı sürdürdü.
Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, katıldığı televizyon programında tarımdan dış politikaya, eğitimden ekonomiye dair görüşlerini, geleceğe dair siyasi tavır ve tercihlerini anlattı.
Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu, partisinin gençlik örgütleriyle ve KHK’ler ile kamudan atılan kişilerin oluşturduğu platformlarla görüşmeyi sürdürdü. Güçlendirilmiş parlamenter sistemi istediklerini tekrar vurguladı ve gelecek dönemde neler yapacaklarını anlattı.
Görüldüğü gibi muhalefetin bütün unsurları iktidara talip olmayı sözleriyle değil eylemleriyle ortaya koyuyor. Demokratik siyasete, adalete, özgürlüğe, geleceğe dair umutlarımıza sahip çıkmaya devam ediyor. Üstelik bunları siyasi iktidarla ve Erdoğan’la itişip kakışmadan, ona cevap yetiştirmeye çalışmadan, arkaya ya da yana değil öne, geleceğe bakarak yapıyor. Muhalefet partileri ülke yönetimine talip olmak bir yana yönetime geldiklerinde ne yapacaklarını, sorunları nasıl çözüp halkı bu yoksulluktan nasıl kurtaracağını konuşmaya, anlatmaya devam ediyor.
Tüm bunların yaşandığı hafta biterken Erdoğan, Ceyhan’a gitti. Alanda toplanan halka Türk ekonomisinin ikinci çeyrek dilimde yüzde 21,7 oranda büyümeyle yükseliş trendini sürdürdüğünü, Fransa’da kuyruklar olduğunu ve insanların yiyecek bulamadığını söyledi. Devasa ses sistemlerinde bu sözler yankılandığı sırada, yoksul insanlar, alanın güvenliğini sağlamak için görev yapan polislere verilen kumanyadan artan yiyecekleri karıştırıp yiyecek bir lokma arıyordu. Sadece bu görüntüler bile siyasi iktidarın halkın gerçeklerinden ve halktan kopuşunun geldiği boyutu göstermeye yeter de artar.
Ekonominin ne kadar büyüdüğüne dair sözler söylediği sırada yanı başında yiyecek artıklarını karıştıranları görmeyenlerin halkın sorunlarını çözemeyeceği artık apaçık ortada. O nedenle artık siyasi iktidarı eleştirmenin, onunla atışmanın değil, geleceği konuşmanın, tartışmanın ve toplumun her kesimiyle ortak bir zeminde buluşmanın zamanı.