15 Temmuz’u ‘Allahın lütfu’ olarak görenler, ‘Fethullahçılarla mücadele ediyoruz’ diyerek, muhalifleri de topun ağzına koydular. Kriz, fırsata çevrilmeliydi. Televizyonlar, gazeteler, dernekler, kadın örgütleri vs. kapatıldı. Kayyum politikaları hayata geçirildi. Siyasetçiler, belediye eş başkanları, gazeteciler, aktivistler cezaevlerine kondu. Çoğu hala rehin! Yaklaşık 5 bin KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) üyesi de ‘darbe tırpanı’ndan nasibini aldı. Ben de, 4 yıl önce, 2016 yılının 29 Ekim’inde, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yüzlerce insanla birlikte, sorgusuz sualsiz, gece vakti işten atıldığımı öğrendim. 3.5 ay sonra da, o dönem sendika yöneticisi olan eşim ihraç edildi.
Hayatımdan 4 yıl çaldılar!
Çok mu kötü bir 4 yıldı? Hem ‘Evet’ hem ‘Hayır’!
Birçok mecrada yazdım, konuştum, anlattım… Geriye bakınca, ömrümün en uzun 4 yılı olmuş. Anlattıklarım, anlat(a)madıklarımın çok azıymış. Devrimcilik, yoldaşlık, direniş, dayanışma, örgüt-örgütlülük, dostluk, emek, mücadele, zalim-mazlum, aile, para… vb. kavramlar, yeniden tanımlandılar bu süreçte! Mutluluktan da ağladım, kalp kırıklığından da… Dayanışmayla gönendim, yoldaş görünümlü sekterler tarafından örselendim. Bazen kapılar sonuna kadar açıldı, bazen çaresizlikten kafamı duvarlara vurdum. Çoğu zaman alanlarda avazım çıktığı kadar isyan ettim. Ama dört duvar arasına saklandığım da oldu. Kadınlara, kadın dayanışmasına olan inancım katlanarak arttı. Hep var olsunlar!
Biz sol cenah ihraçları her şeye rağmen çok şanslıyız. Şansımız örgütlülüğümüz, dayanışma ve direniş kültürümüz! Ne ağaç kökü yedik ne de sosyal ölü olduk. Zayiatlarımız oldu elbette; inşaatta çalışırken canını yitirdi bir arkadaşımız. Bedensel ve ruhsal hastalıklara yakalandık. İlişkiler yara aldı. Yurt dışına gitmek zorunda kaldı bazılarımız. Gözaltı ve tutuklamalar da oldu.
Ama biz muhalifler, biliriz ki bedeli olur mücadelenin… Ödediler bizden öncekiler, biz de yaşıyoruz işte, payımıza düşeni.
Asıl travmayı, kendilerinin zannettikleri devletin ‘şefkatli’ yüzüyle karşılaşan cemaatçi cenah yaşadı. ‘Başörtülü bacımmmm!’ diyerek aldıkları iktidarları döneminde gördü, en büyük mezalimi başörtülü kadınlar. Her yaştan kadın, hasta, hamile, çocuklu, çocuksuz demeden cezaevlerine konuldu. İşkencenin her türlüsüyle karşılaştıklarını biliyoruz. (Kendileri de konuşmaya, anlatmaya başladılar.)
İntihar edenler de oldu, Meriç Nehri’nde boğulanlar da! Cezaevi kapılarında ağladı çocukları. Ya da betonlar arasında geçiyor, çocuklukları!
15 Temmuz sonrası, bu topraklarda yaşanılanlar, yaşatılanlar, gün yüzüne çıkacak bir gün, tüm detaylarıyla… Yüzleşilecek. Hesap sorulacak. Gerçek adalet sağlanacak.
Unutulmayacak hiçbir şey! Kazınacak bireysel ve toplumsal hafızalara. Ama öyle bir sahne kalacak ki, her hatırladığımız da utanacağız insanlığımızdan; idam sehpası olmuş plastik beyaz sandalye üzerindeki son nefesi…