Mahalle, sokak, kent meydanları ve okul isimlerinin belirlenmesi, büyük ölçüde politik atmosfere bağlıdır.
Gündelik hayatımızda belki de çok önemsemediğimiz isimlendirmeler, toplumun geçmişini manipüle etme veya geleceğini inşa etmek üzere belirlenir. Savaş görmemiş kent meydanlarının bile komutanlarla anılması, savaşa ve savaşçıya övgüyle birlikte, “barış” fikrinin boğulmasına hizmet eder. Resmî ideolojinin gündelik yaşama sirayet eden alanlarından biridir; tabelalar, isimlendirmeler.
İzmir Buca'daki Belenbaşı Köyü’nde yıkılıp tekrar yapılan Belenbaşı İlkokulu’na “Şehit Esat Oktay Yıldıran” ismi verilmesi de içerisinde olduğumuz dönemin politik atmosferini yansıtmaktadır. Diyarbakır Cezaevi’nde Kürt halkına, sosyalistlere ve devrimcilere karşı işkencelerle adı anılan Esat Oktay Yıldıran’ı, o okulda herhangi bir öğrenci, internette arattığında işkence suçlarıyla karşılaşacaktır. Orda okuyan öğrencilerin, “Anne, baba bizim okulun ismi ne?” sorusuna, aileler yutkunmadan cevap verebilecek mi? O öğrencilere ne denilecek ne denilmek isteniyor? “Eğer siz de birer işkenceci olursanız, ödüllendirilirsiniz” mi?
1981 ve 1984 yılları arasında en az 34 kişi işkenceyle öldürüldü, onlarca kişi sakat kaldı. Aklı dengesini yitirenler oldu. Elektrik, askı, tecavüz… Türlü işkence yöntemlerinin baş sorumlusu elbette Esat Oktay Yıldıran’dı. Aynı zamanda Esat Oktay Yıldıran resmî ideolojinin, yansımasından ibaretti. İşlediği suçlar açık biçimde ortadayken, neden tam da bugün o tabela asıldı?
Kaymakamlar, Milli Eğitim Müdürü ile birlikte tören ile asılan o tabela bize ne anlatıyor? Esat Oktay Yıldıran için lokma dökülüp ikram edilmesi, isminin tabelalara verilmesi, insanlık suçu olarak anılan işkencelere özlemden başka bir anlam taşımıyor, taşıyamaz. Günün egemenlerine, “Geçmişten bir ruh çağıracağız. Kimi istersiniz” diye sorulacak olsa alınacak cevap; işkenceciler ve katillerin adı olacaktır.
Evet, Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere Mamak, Metris cezaevleri işkence tarihiyle bilinmektedir. İnsanlığın onurlu mücadelesinde utançla anılıyor, anılacaklardır. Ancak unutmamak gerekir ki esas olarak, işkencelere boyun eğmeyenlerle de anılmaktadır.
Ahmed Arif’in, “Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var” dizelerinin işkence seslerine karıştığı, mücadelenin ve boyun eğmemenin, direnişin ve mücadelenin izlerini de taşımaktadır.
Unutmayalım ki, isimler bir toplumun hafızasıdır. Bizlere düşen görev, adil, özgür ve barış dolu bir geleceğe doğru ilerlemek için geçmişin karanlık gölgelerini silmek, yeni bir sayfa açmaktır. Onlar işkence vaat ediyor. İnsanlığın onurlu mücadelesi, direnişini büyütmek ise insan olana kalıyor!