21 Haziran yılın en uzun günü ve aynı zamanda en kısa gecesi.

Çaresizliğin en yoğun dönemini yaşıyorum. Ülke genelini saran belirsizlikler, kısa dönemli politikalar tek tek herkesi karamsarlığa iterek umutsuzluğu çoğaltmakta.

Bu durumun nedeni üzerine yazmak öyle kolay değil ancak belki bir vicdan hatırlatması yapmak görevdir. İnsan olarak dünyaya adım atmadan önceye, bizi biz yapan ilk halimizi düşünelim. Atışlarıyla bize can veren kalbimiz vardı ilk olarak. Yaşama dair ne varsa elde ettiğimiz, ilk bize ait olan şey kalbimizdir.

Kalp kırmak kolay, kırılan kalbi onarmak bu yüzden zordur. Kalp, hassastır; çevremizdeki her şeyden etkilenebilir. Kalp, güneşi gördükçe beslenir; doğanın sunduğu güzellikleri keşfettikçe şifayla dolar. Çünkü kalp doğanın bahşettiği güzelliklerin bir bileşenidir. Kalbimizi hissetmek, yaşama dair her can’ın değerini hissetmekte orantılıdır. Kalbine yakın oldukça insan, diğer insanın değerini bilir anlar.

EMPATİ

Son günlerde, bu yılki 21 Haziran gününün ‘empati’ günü olması için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. 1900’lü yılların başından itibaren inceledim, İslam aleminin en önemli günlerinden olan Kadir Gecesi günü ilk kez 21 Haziran’a denk geliyor. Hicri takvime göre belirlenen Kadir Gecesi günü, çok uzun yıllardır ilk kez yılın en uzun gününe ve aynı zamanda en kısa gecesine denk gelmiş durumda.

Sağ elimizi, solda duran kalbimizin üstüne koyup düşünmeye davet ediyorum bu an’a şahitlik eden herkesi. Yaşamdaki en önemli ihtiyaç nedir? İnsan olarak barışı, şiddetsizliği, sevgiyi, saygıyı ve #adalet’i savunmanın ne gibi bir kötülüğü olabilir? Bunun için empati yapmak, bizden olmayanı anlamaya çalışmak neden mümkün olmasın ki…

Yaşamda bize sunulan tüm değerleri kabul etmek erdemdir. Geçici olduğumuz düşünülürse ortalama 60-70 yıl yaşayacağımız bu dünya üzerinde soyut olarak bize dayatılan ve olumsuza odaklanan kavramlardan arınmak çok mu zor?

NURİYE VE SEMİH YAŞAMALI

Bugün, belki de insanların hangi inanıştan olursa olsun, 21 Haziran’da sadece olan dünyanın güneşin çevresindeki hareketini, yavaşlığını dikkate alarak empati yapmanın ilk adımı olabilir bugün. Bugün öncelikle yavaşlayalım, tüketmeyi, yok saymayı, görmezlikten gelmeyi unutalım.

Manevi olarak yoksunluk içerisinde olduğumu hissediyorum. Bunun en önemli nedeni, dindar olarak kendini tanımlayan ve bu doğrultuda devlet düzenini dönüştüren bir anlayış ‘işimi geri istiyorum’ diyen Nuriye ve Semih’i duymuyor. Yüz beş gündür açlık grevinde olan iki kalbin belki de en ihtiyaç duyduğu şey duyulmak. İnanç, din ya da mezhep gibi kavramlardan öte sadece kalbini hissetmek, iki can’ın yok olmaması ve bu dünya üzerinde ‘iş’ gibi hayati olmayan bir konu nedeniyle görmezlikten gelinmeleri yaralıyor insanı. İlk olan nasıl kalpse son ölen yine kalp oluyor; Nuriye ve Semih, kalbi yaşaması gereken iki insan.