18 haziran günü İzmir’de iki genç kadın hayatını kaybetti. Faşist bir katil tarafından katledilen Deniz Poyraz’ı çoğunuz duydu muhtemelen ama henüz 17 yaşında kendini İZBAN raylarına bırakan lise son sınıf öğrencisi Defne G.’yi ise çok azımız duydu. Aynı gün ve aynı şehirde hayatları son bulan iki kadının ortak yönleri sadece bunlarla sınırlı değildi. Deniz’in katli üzerinden topluma gözdağı verenler aslında Defne’yi intihara sürükleyen karanlığın da sahibiydiler.
Yerel gazetelerin arka sayfalarında “Kaza mı intihar mı ?” diye başlayan haberler Defne’nin psikolojik sorunları olduğu iddiasıyla son buluyordu. Çünkü “psikolojik sorunları” varsa başka neden aramaya gerek yoktu. Oysa 17 yaşındaki bir genç kızı hayattan koparacak denli büyük psikolojik sorunların nasıl oluştuğunu bu ülkede yaşayan herkes kolaylıkla tahmin edebilir. Ekonomik sorunlar, gelecek kaygısı, aile baskısı, namus… Defne’nin küçük omuzları bu yükleri kaldıramayıp pes ettiği saatlerde vatan-millet perdesi altında birileri zenginliğine zenginlik katsın diye katledildi Deniz Poyraz. Birileri milyon dolarlık marinalarda, otellerde sefalar sürerken Defneleri çaresizlikten intihar ettiren bu sistem sürsün diye öldürüldü Deniz genç yaşında. Deniz’e sıkılan kurşunlardır aslında Defne’yi de ölüme sürükleyen. Deniz’e çekilen tetikteki elle Defne’yi raylara iten “görünmez el” aynı karanlık bedene ait.
Yazının başlığını da ödünç aldığım büyük İngiliz yazar Charles Dickens “İki Şehrin Hikayesi”* isimli romanında Paris ve Londra’yı anlatır. İlk bakışta iki ayrı dünya gibi görünen bu iki kentin aslında çökmekte olan bir sistemin iki yüzünü yansıttığını ustalıkla gözler önüne serer. Bizler de şu an çökmekte olan bir sistemin kurbanı olan birbirine çok uzak gibi görünen ama aslında çok yakın olan iki genç kadının ölümüyle karşı karşıyayız. Bu çürümüş sisteme daha fazla kurban vermemek, her seferinde tekrar edilen “kirli oyuna” gelmemek bizlerin elinde.