Türkiye siyaset tarihinde koalisyon kavramı sihirli bir formül gibi sunulur. İktidarı elde tutmanın sayısal hesaplara kaldığı zamanlarda partiler bu formüle kendilerince yenilikler katıp bir kez daha piyasaya sürerler. 1970'li yıllarda sıkça görülmüş koalisyon dönemlerinin istikrarsızlığı 90'lı yıllara gelindiğinde de sürmüş hem ekonomik hem politik krizlere çare olamadığı gibi koalisyon hükümetlerinin henüz icraata geçemeden bir gecede bozuluverdiğine de tanıklık edilmiştir. Bir bakıma AKP'nin 16 yıllık tek başına iktidarının önemli dayanaklarından biri bu koalisyon dönemlerinin lanetlenmesi üzerine kuruludur ve bu durum 'tek parti iktidarı eşittir istikrar' biçiminde formüle edilmiştir. Ve bu formülle halka koalisyon dönemlerinin istikrarsızlığı yeniden yeniden hatırlatılarak tek başına iktidar olmanın her soruna kolayca çare olacağı ezberletilmiştir.
Ne var ki, hayatın gerçekleri ile siyasi formüller her zaman örtüşmüyor. Çaresizlik ve çalkantı süreci olarak tanımlanan koalisyon kavramı şimdi yeniden keşfedilmiş gibi ittifak tanımlamasıyla formüle edilerek bir kurtarıcı rolüne soyunduruluyor. Her ne kadar partilerin yöneticileri, 'bu koalisyon değil ittifak, koalisyon hükümet kurmak için seçimden sonra yapılır, ittifak seçimden önce yapılıyor' gibi aslında kendilerinin de pek inanmadığı bir açıklama yapmayı tercih etseler de gerçek budur.
Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki 50+1 formülü ile adına resmen koalisyon denmese bile 'ittifak' adı altında yeni koalisyon dönemi başlamış ve bu dönem geçmişe göre daha ileri ve farklı bir şekle bürünerek fiilen bir cepheleşmenin önünü açmıştır. Artık, vatandaşların büyük bir kısmının hafızasında 'Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı' tanımlamaları parti isimlerinin önüne geçmiş durumda demek abartı sayılmaz.
Lakin, siyasette bu ittifak ya da koalisyonun İl ve İlçe paylaşımına kadar varması belki de yerel seçimler açısından bir ilk olarak tarihteki yerini alacaktır. Elbette, geçmiş yerel seçimlerde bazı partilerin fikren kendilerine daha yakın partilere destek olmak için seçime katılmadıkları, aday çıkarmadıkları veya başka bir adayın lehine çekilerek destekleme kararı aldıkları görülmüştür. Fakat, şimdiki durum farklıdır ve bu ittifaklar adeta İl ve İlçeleri paylaşmakta, sözümona denge politikası gözeterek pazarlığı, 'Burayı bana bırakmazsan bu ittifak olmaz'a kadar vardırmaktadır. Öyle görünüyor ki, artık bu tabloda ya hiç bir siyasi parti tek başına kampanya yürütebilme ve herkese seslenebilme kabiliyetinde değildir, ya da 'pazarda benimde tezgahım bulunsun' derdi diğer dertlerinin önüne geçmiştir.
Aynanın bir yüzünde siyasi partilerin 'tek başına olmuyor' açmazına sıkışması varken, diğer yüzünde bu ittifakların kendi tabanlarında ve halkta nasıl karşılık bulduğunun bilinmemesidir. Dahası, ittifaklar temelinde oy toplama kaygısı partilerin yerel yönetimlerde nasıl bir programa sahip olduklarından daha fazla önemsenir olmuştur. Oysa, halk kenti yönetecek belediye başkanını seçerken aday profiline bakarken, aday olduğu partiye ve yerel yönetim programına da bakma ihtiyacı duyacaktır. Partilerin üst kademelerinde harita üzerinde pazarlık yapılırken, kentlerin asıl sahiplerinin bu pazarlığı onaylayıp onaylamadığı şu an için bilinmezdir. Hele ki, yerel seçimler gibi kent sakinlerinin sadece seçmenlerden oluşmadığı, 'kendisi ve kendi partisi' için çalışanların alanda çoğunlukta olduğu düşünülürse bu durum sonuçları itibariyla daha ilginç sonuçlar doğurabilir.
İttifak projelerinin sandığa yansımasının farklı sonuçlar getirebileceğini söylemek için belki biraz erken ama bu ittifakların son seçimde alınan oyların alt alta konularak toplanması gibi olmayacağı da açık. İttifakların tabanda ve halkta nasıl bir karşılık bulacağını zaman gösterecek ama bizim bildiğimiz şey şu: 'İki kere iki genellikle dörttür fakat her zaman değil...'