Sanatın yapısı ve işlevine dair en önemli önermelerdir duygu birliği yaratması, yaşamla eşzamanlılığı yakalaması, özgürleştirici olması… Resim sanatını ancak bir izleyici olarak değerlendirebilirim. Ben hikâyeciyim, gördüğüm her kadraja hikâye gözüyle bakabilirim. Farklı sanat disiplinlerinin birbirini beslediğine, iyi sanat eserlerinin başka sanatçıları kışkırttığına inanırım. İzmir’in önemli ressamlarından biri olan Gülçin Günaydın’dan bahsetmek istiyorum. 2 Mart-15 Mart arası İzmir Resim Heykel Müzesi ve Galerisindeki sergisini ziyaret ettim. Kadın imgesinin ağırlıklı olduğu resimlerde kedi imgesinin de kadınlarla birlikte kullandığını gördüm. Özellikle eski Mısır’da kedi kutsal bir hayvandır ve “Pahet” adında bir tanrıça vardır. Tabii kedi başlı bereket tanrıçası “Baset” i de unutmamak lazım aynı zamanda mutluluğu da temsil eder bu tanrıça. Eski Mısırlılar bazen, doğan güneş tanrısı Ra'yı, yılana saldıran bir kedi şeklinde düşünürler ve bu şekilde şeytana karşı iyiliğin gücünü kedi ile sembolize ederler Kedi figürünün olduğu tüm resimlerde iyiliğin, şefkatin, dokunuşun gücünü hissetmek mümkün. Düşen Kız ve Kaçan Kız serilerindeki tüm kadınların yanında bir kedinin olması onların hızlı hareket etmeleri, oyunculukları ve dört ayaküstüne düşmeleri ile kadının zekâsını, doğru karar verme yetisini örtüştürdüğü izlenimi yarattı bende.
Mayaların yaratılış efsanesinin dört ana elementinin ikisi balık ve kertenkeledir. Balık suyu, kertenkele ateşi imler. Resimlerdeki diğer iki önemli imge de bu hayvanlardır. Kâh kadının kalbinde kâh başının üzerinde görürüz bu canlıları. Özellikle balık imgesi kendilik olarak İsa’ya işaret ettiği gibi Tanrı’yı da sembolize etmektedir. Altay Türklerinin yaratılış efsanesinde de Balığın sembolü önemlidir. Ülgen, "Yer yaratılsın!" dedi; yer yaratıldı. "Gökler yaratılsın!" diye buyurdu; gökler yaratıldı. Böylece bütün dünyayı yarattı. Sonra, üç büyük balık yaratıp, yeri onların üzerine yerleştirdi. Ayrıca bazı yaratılış efsanelerinde de insanları yaratan kertenkele tanrıları görmek mümkün. Böylelikle resimlerdeki imgeler izleyici de fantastik bir algı yaratır… Ayrıca bazı resimlerde kadının başına tüneyen horoz imgesi de bizi farklı hikâyelere, efsanelere, yaratılış destanlarına götürüyor. Hemen hemen her kültürde bu canlıyla karşılaşmak mümkün... Yine mitler ve efsanelere baktığımızda Tanrı imajı yerine, yaratma eyleminde çeşitli varlık ve nesnelerle karşılaşıyoruz; bu da bana özellikle Gülçin Günaydın’ın sergisini gezerken kadının kendini sürekli ve sürekli, yeniden ve yeniden yarattığı izlenimini uyandırdı. Ayrıca resimlerde dikkat çekici bir özellik de kadınların gözleri… Gözler sürekli diğer canlıları takip ediyor gibi huzur, şaşkınlık, öfke, sevgi gibi duygular gözlerdeki bakışla yerini buluyor. Figürler ve duygular her bir resimdeki hikâyeyi tamamlıyor.
Bana bir Kızılderili hikâyesini anımsatan resim ise başında kocaman bir salyangoz kabuğu olan kadın. Ayrıca resmin ismi de “Kabuk”. Salyangozun hayatı dingin ve huzurluymuş; ta ki bir gün bir sel baskını sonucunda nehrin suları kabarıp zavallı hayvancık boğulma tehlikesiyle karsı karsıya kalana dek. Salyangoz canını kurtarmak için can havliyle bir kütüğe tırmanmış ve akıntıya kapılan ama batmayan kütüğün üstünde nehrin aşağısına doğru sürüklenmiş.
Bir süre sonra kütük kıyıya vurmuş ve salyangoz sürünerek karaya çıkmış. Ancak sert bir zemin bulmayı umduğu kıyıda, kendisini çamur ve yosunların arasında buluvermiş. Bu yumuşak yüzeyde, daha azıcık ilerleyemeden, güneş çıkmış ve salyangoz, günesin sıcaklığıyla kuruyan çamurun içinde adeta kavrularak sıkışıp kalmış. Salyangoz, sıkıştığı yerden kurtulabilmek için bir süre çabalamış çabalamasına ancak sonunda açlıktan baygın, yorgunluktan bitkin düşmüş. Tam çaresizlik ve umutsuzlukla teslim olmak üzereyken garip bir şekilde değişim geçirmeye başlamış. Bir yandan da dehşetengiz bir hızla büyüyormuş. Gövdesinin alt kısmından bacaklar çıkarken üst kısmında da bir kafa ve kollar oluşuyormuş. Kısacası, salyangoz kendini bir insana dönüşürken bulmuş.
…
Yüce Ruh, insanın boynuna ucunda bir deniz kabuğu bulunan bir kolye geçirerek bunun, yaratılmış tüm diğer hayvanlar üzerindeki otoritesinin, bir göstergesi olduğunu söylemiş. Yüce Ruh, sonra da ortadan kaybolmuş. Bunun ardından, insan gezinip dolaşırken, bir kunduz ile karşılaşmış ve boynuna, Yüce Ruh'un astığı deniz kabuğu kolyesini göstererek kunduza, kendisine boyun eğmesini emretmiş. Ancak kunduz, basitçe bu buyruğa uymaktansa insanı yasadığı inine götürmüş. İnsan, kunduzun ininde, karısı ve çocukları tarafından çok iyi karşılanmış ve çevresini dikkatlice gözlemleyerek kendisine nasıl bir ev yapabileceğini tasarlamış.
Bu arada, kunduzun kızına âşık olan insan, ona evlenme önerisinde bulunmuş. Önerisi kabul görmüş ve hemen evlenmişler. Düğün töreni görkemliymiş. Gökteki tüm kuşlar ve ormandaki tüm hayvanlar düğüne davetliymiş. Şenlikler ve kutlamalar bir harikaymış. İşte, tüm insan ırkları, bu birliktelikten dünyaya gelmiş.
İzlediğim her resimde bir yaratılış efsanesi ile karşılaşmak ruhuma iyi geldi. Şimdi sıra resimlerdeki o kendini yeniden ve yeniden yaratan kadınların kurgusal hikâyesini yazmakta…
Teşekkürler Gülçin Günaydın… İyi ki sizin gibi sanatçılarımız var…