“Unutacağımız hiçbir şey kalmayana dek her şeyi unutabilsek” diyor Latife Tekin “Unutma Bahçesi” adlı kitabında. Keşke öyle bir bahçe olsaydı, o bahçede yaşayan herkes hafızasında ne varsa unutabilseydi. Unutmak gereken bunca çok şey varken…
Unutmamak yaralar bazen insanı, tıpkı unutmanın iyileştirdiği gibi. Öyle bir bahçeye en çok kimler giderdi diye geçiyor bir an aklımdan. Kendimi düşünüyorum. Soruyorum. Cevap yok… Aslında çoğu zaman sorularımın cevabını dışarıda buluyorum. Pencereden bakmam yeterli. Oraya yollamak istediğim çok kişi var sanırım. Unutmayı milletçe seviyoruz nasılsa. Hatta unutmamıza sebep olan her şey bağımlılık yaratıyor. İçki mesela, uyuşturucu mesela, bilgisayar oyunları mesela…
Unutmamıza sebep olan her şey ruhumuza ya da bedenimize ne kadar çok zarar veriyor. Ya unutamamanın verdiği zararlar?
Geçen gün yabancı kanalların birinde tesadüfen bir diziye rastladım. Bir adam kalp krizi geçiriyor, doktorlar kurtarıyor. Fakat günden güne adamın kalbi daha kötüye gidiyor, bütün tetkikler yapılıyor, fiziksel olarak hastanın kalbinde bir sorun görünmese de sık sık kriz geçiriyor. Hastanın ziyaretine bir kadın geliyor, bu ziyaretten sonra adam çok şiddetli bir kriz daha geçiriyor ama her şeye rağmen kadını yeniden görmek istiyor. Doktorlardan biri bu durumdan şüpheleniyor ve kadınla konuşuyor. Hasta adam, kadının eski sevgilisi. Çok büyük bir aşk yaşamışlar ve bir süre önce kadın terk etmiş adamı. Bu konuşmadan sonra doktorun teşhisi şu oluyor: adam o kadar çok acı çekiyor ki beyin bu acıyı reddediyor ve kalbe baskı yapıyor. Hasta için tek kurtuluş yolu var. Beyindeki hafıza deposunu elektroşokla silmek... Hayata dönmenin tek yolu UNUTMAK… Adam çok kısa bir süre düşünüyor ve kabul ediyor… Kadınla birlikte bütün anılarını, arkadaşlarını ailesini ve işini de dâhil olmak üzere her şeyi unutuyor… ne büyük cesaret ya da cesaretsizlik mi? Unutmak bazen zorunluluk haline gelebiliyor… Diziden sonra yine “Unutma Bahçesi” adlı kitaptan bir cümleyi anımsıyorum. ”… insanın unutması gereken çok önemli şeyler olmalıydı hayatta. Tuttuğum defterler bana unutmaya değecek hiçbir şey yaşamadığımı gösterdi. Yazmayı bırakıp hayata attım kendimi. Unutmak isteyeceğim değerde bir yaşam arzuluyordum, kalabalıklara karıştım. "
Unutmak aynı zamanda anılara bir vefasızlık olabilir mi? Çoğu zaman da unutmaya çalıştıkça hatırlarız her şeyi. "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" demiş atalarımız. Yani insan soyunun belleğinin unutmayla sakat olduğunu belirtmiş. Oysa bazen unutmak insanı koruyan bir şey… Unutmasaydık, unutamasaydık yaşarken beynimizin kıvrımları arasında kaybolur muyduk acaba?
Unutmak da hatırlamakla mümkün belki de…
Santayana'nın bir sözü geçiyor içimden
"Geçmişi hatırlamayanlar, onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar."
Auschwitz, Hiroşima, Vietnam Cezayir, Filistin, Irak… Maraş, 1 Mayıs '77, 12 Eylül, Sivas…
Sonsuza uzayan noktalar. Tarihin tekerrürü de unutmakla mümkünse… Unutmayı reddediyorum… Unutmaya sebep olacak bütün bağımlılıkları da…