Geçtiğimiz yazıda, İzmir Kent Hakkı Merkezi’nden, hakları tehdit altında olan, sesi az duyulan ve güçsüzleştirilmiş kesimlerin haklarına odaklanan ve birlikte yönetmeyi hayal eden bir şehir projesinden bahsetmiştik.
Kentleri, ülkeyi ve yaşamımızın her alanını belirleyen kararları tek başına alan, bizlere söz ve yaşam hakkı tanımayan bir iktidar anlayışının üzerine bu “birlikte yönetme hayali” çok güzel ve umut verici gerçekten.
Güzel, umut verici ama düşündürücü de aynı zamanda...
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı?
Önce hayal kurduğumuz geleceğin bugününü yaratan tarihsel gelişime bir göz atalım. Tek bir adamın kararıyla yönetilen ve eşitsizlikler cehennemine nasıl dönüştü bu coğrafya...
Neredeyse tüm insanlık tarihinin aynı zamanda eşitsizlikler tarihi de olduğunu söyleyebilsek de bugün yaşamı olanaksızlaştıran eşitsizliklerin kökeni kapitalizmin bir toplumsal düzen olarak tesis edilmesidir.
Bizim coğrafyamız açısından ise bu Cumhuriyetin kuruluşu ve modernleşme/Batılılaşma hedefiyle tarihleniyor.
Türkiye’de kapitalizmin gelişimi, bir uluslaşma süreci olmakla birlikte modern eşitsizliklerin de oluşum süreci aslında.
Kalkınma ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşma gayesi, ikircikli deneme ve tutulmalar bir kenara itildiğinde, kapitalist sermaye birikimine denk geliyor ve hiç de kişisel olmayan bir sistem artık çarklarını hiç durmamacasına döndürmeye başlıyor.
Ve hilafet/saltanat ve feodal düzenden devreden eşitsizlikler ile tortuları da yeniden üreten bir eşitsizlikler düzeni doğuyor...
Dünyadaki genel eğilime paralel olarak toplumdaki eşitsizlikleri sürdürebilir hale getirmek ve çarkları çoktan dönmeye başlamış sermaye birikimine güç vermek amacıyla devletin gerçekleştirdiği planlamalar ve icraatlar konjonktürel olarak yönetilebilir bir düzeni sağlıyor.
Ancak bir yere kadar...
Yine dünyaya paralel olarak, artık birikim ihtiyacının hızı mevcut birikim olanaklarıyla ve kurumsallığıyla sürdürülemeyecek hale geldiğinde; işte o vakit eşitsizlikleri sürdürülebilir hale getirmenin ötesinde sermaye birikimini sürdürmek tek gaye haline geliyor. Başka bir deyişle çarklar çıldırıyor!
Türkiye’de kapitalizmin gelişiminin geçmişten devraldıklarıyla yarattığı eşitsizliklerin muhatapları köy kökenli kent yoksullarının ve kadınların desteğiyle çıldıran çarkların yularını ele geçiren bir adam ve bir hareket, bu tarihsel süreç içerisinde bir kleptokrasiye dönüşüyor.
Kleptokrasi, bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dini grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması demektir ve kısaca hırsızlar rejimi anlamına geliyor. (WikiPedia)
Devlet ve dolayısıyla ülke olanakları, toplumsal eşitsizlikleri sürdürebilir kılmak adına bile kullanılmadığında, artık sermaye birikimiyle eş anlı olarak eşitsizlikler de birikiyor. Kentsel mekânlar, mümkün olabilecek hayallerin zorunlu hale geldiği mekânlara dönüşüyor.
Türkiye’de kapitalizmin, siyasetin ve toplumsal mücadelenin gelişimini Cumhuriyet tarihinden hayallerin ufuklarına kadar eş anlı, ilişkisel ve bütünsel tartışmaya devam ettikçe; kentsel mekânda haklar, eşitsizlikler ve olanakların ışığında kendi umut mekânlarımızı yaratmak üzere...