“Yerli ve Milli” parolasıyla teşvik kapılarını açan şirketlerin, İsrail’e üretim yapması tartışılmayacak mı?
Örnek vermek gerekirse, Emek Partisi İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, Tosyalı Holdinge ait, İskenderun Organize Sanayi Bölgesinde bulunan demir çelik fabrikası Tosçelik’te meydana gelen, 1 işçinin hayatını kaybettiği, 2’si ağır 13 işçinin yaralandığı patlamayı TBMM gündemine taşıdı. Hatırlanacak olursa yanan işçilere fabrika içinde damacana dökülerek müdahale edildiği görüntülerle yakın zamanda gündemimize giren Tosyalı holding için İskender Bayhan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’a “İsrail’e çelik yetiştirmek için işçilere daha fazla üretim yapmaları için baskı yapılmış mıdır?” diye sordu.
Görüldüğü gibi fabrika hem İsrail’e çelik yetiştiriyor hem de işçileri yoğun, “ölümcül” bir sömürüye maruz bırakılıyor. Ancak yeri geldiğinde de AKP, “Yerli ve Milli” diyerek tüm bu ilişkileri örtbas ediyor.
Bir örnek daha vermek gerekirse, İsrail’de santralleri olan Zorlu Holding, Filistin’de İşgale Son Platformu tarafından İstanbul’da protesto edildi. İsrail’le devam ettirilen ilişkinin kesilmemesinin soykırıma ortak olunduğu ifade edildi. İsrail devletine ekonomik ve lojistik destek sunan Zorlu Holding de “Yerli ve Milli üretimin öncüsü” olarak kendisini tanıtıyor.
Durum böyle olmasına rağmen ne hikmetse İsrail’e karşı haklı öfke, “yerli ve milli” çevrelerce Starbucks’a gidenlerin kahvesini yere dökmeye yönlendirilmektedir. Nato’dan çıkılması, İsrail’le ticari anlaşmalara dokunmadan yapılan bu eylem biçiminin, Filistin halkına fayda sağlamayacağı açıktır.
Ne yazık ki tüm dünyada sol, sosyalist örgütlerin öncülüğünde eylemler gerçekleşirken, ülkemizde ise “dini hassasiyetler” ile hareket eden eylemler çok daha görünür olmuştur. Emperyalizm ve kapitalizm tartışması ise kendini “yerli ve milli” ilan eden çevrelerce “haçlı seferleri”, “İslam birliği” gibi tartışmalarla gölgede bırakılmıştır. “Konu ne emperyalizm ne de kapitalizmdir! Dinler arası savaştır” çizgisinde bir yaklaşım “yerli ve milli” kabul edilerek, İsrail ve hükümet arasında, Türkiye kapitalizminin emperyalistlerle kurduğu ilişki en hafif tabirle görmezden gelinmiştir.
Liberalliğinde şüphe edilemeyecek Ekonomi Gazetesi yazarı Alaattin Aktaş ise, “İsrail’in Türkiye’deki yatırımlarına yatırım bile denmez” başlıklı yazısında, “Kaldı ki öyle olsa bile bu tesisler bizim topraklarımızda. Burada faaliyet gösteriyor, Türk işçisi çalıştırıyor, vergi ödüyor, belki ihracat yapıyor. Ama biz bir ezberin peşinde koşup duruyoruz” demektedir. Öyle ya para geliyorsa problem değil! Çok da abartmaya gerek yok. İsrail-Türkiye ticari ilişkileri bir ezberden öteye gitmez! Liberaller de böylelikle kar-zarar üzerinden yerli ve milliliğin ucundan tutmaya çalışıyor!
Ülkemizin işçi ve emekçileri sömürülüyor, kaynaklarımız emperyalistlere peşkeş çekiliyor kimin umurunda.
Son Söz Yerine
Gerçek bir anti emperyalist mücadelenin inşasında politik ve ideolojik tartışmaları olabildiğince es geçmemekte fayda var. Kapitalizmden bağımsız bir emperyalizm tartışılamaz. Türkiye az gelişmekte kapitalist bir ülke. Emperyalizm ise kapitalist sistemin en üst ve son gelişmişlik düzeyi. Anti kapitalist olunmadan gerçek-tutarlı bir anti emperyalist tavır gerçekleştirilemez. İşçi sınıfı ve emekçiler yalnızca “yabancı” kapitalist şirketlere karşı öfkelenirken, yerli ve milli burjuvalarının emperyalizmle ilişkisine itiraz etmezlerse, “emperyalizm” lafı “yabancı güçlere düşmanlıkla” sınırlı bir yaklaşımı doğurur. Yerli ve milli kavramı ise “kendi burjuvazisini” kutsal ilan ederek, örneğin onun İsrail’le ilişkilerini, İsrail’in tanklarının yapımını veya sömürü mekanizmasını göstermeyerek perde rolü üstlenir. Kendi ülkesinde sömürü koşullarına karşı mücadele etmek başta olmak üzere dünya halklarının kardeşçe vereceği mücadeleden başka tutarlı bir yol yok.