İki toplu intihar ve otizmli çocukların protesto edilmesi vakalarının ardından sarsılmış vaziyette oturdum bu haftaki yazıya. Hepinizin yaptığının aksine, bu konularda konuşma hakkını uzmanlara bırakacak ve ahkam kesmeyeceğim. Psikolog, sosyolog, psikiyatri hekimi değilim. Ve bu konuda ancak sizin yaptığınız yorumlar üzerinden bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Kötülüğün sıradanlaşması diye durumu özetlemeye çalışanlar benim duygularıma en çok yaklaşanlardı geçen hafta. Ama bu tanım beni pek kesmedi. El yükseltiyorum müsadenizle: Kötülüğün Kurumsallaşması

Bu ülkede genel bir problem herkesin her şeyi bildiğini sanması ama gerçekte herkesin pek bir şey bilmediğidir. Yine genelin aksine benim "cahillik" tanımım da aşağı yukarı böyle bir şey. Bilmemek değil bildiğini sanmak.

İntihar vakalarının ardından uzman olmayanların yaptığı yorumlarda bu cahilce tutumun getirdiği, içlerindeki öfkeyi adeta kustuklarını; belki kendilerine, topluma, devlete olan kızgınlıklarını bu ölen 2 aile üzerinden saçıp döktükleri o güzide yorumları okudukça içim ürperdi. Sayısız analiz, değme hukukçulara taş çıkaran değerlendirme aldı yürüdü.

Sıradanlaştı birdenbire içimdeki tüm kötücül duygular, cahilce ve temelsizce yorumlar da bizi çırılçıplak gösterdi bir diğerine. Ve vicdanlı, duyarlı insanların tamamı benzer soruyu sordu: Sahi biz ne zaman bu kadar kötü olduk?

Girişte de bahsettiğim gibi bu bireysel düzlemdeki hataları kurumların, kanaat önderlerinin, gazetelerin, siyasi parti temsilcilerinin yaptığını gördükçe bunun bir "sıradanlaşma" halinden çoktan çıktığını; organize bir halde "kurumsallaşma" işi olduğunu fark ettim.

Kurumların sorumluluğunun toplumu yönetmek, ona yol göstermek olduğunu; devletin, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının da sorumluluğunun toplumu eğitmek, geliştirmek, bilinçlendirmek olduğunu söylemekte kabaca bir yanlış görmüyorum. Demek ki bu vakalar özelinde ve genel olarak, kurumlar bunu yerine getirmediği gibi bu kötülüğün toplumsallaşmasına adeta "sponsor" olduğunu söylemek de yanlış olmuyor.
 

Otizmli çocukların okul bahçesinde diğer öğrenci velileri tarafından yuhalanması vakasını yukarıda anlatmaya çalıştığım tanımlamalar ışığında örnekleyecek olursak şunları söylemek mümkün: Velilerin bu tepkisi, cahilce, kötücül, bilgiden uzak, sevgisizce ve bencildir. Bunlar hepimizin içinde dozları farklı farklı olan ve bizi iyi insan/kötü insan yapan özelliklerdir. Ancak, bunun okul bahçesinde yapılmasına izin veren okul müdürü ve milli eğitim yetkilileri ile velilerin örgütlenmesine çanak tutan ve makamını bu kötücül kalkışmanın karargâhı olarak kullandırtan muhtar ve göz yuman kaymakamlık bu kötülüğü kurumsallaştırmıştır.

Tüm kötülüklere karşı mücadele alanlarımızın daralmış olduğu hissi benim gibi binlerce insanı çok üzdü. Ne yapacağı konusunda kaygıya itti hepimizi. Ama nefesimiz yettikçe iyi insan olmayı anlatmaktan vazgeçmememiz gerektiğini hep hatırlattım kendime. Siz de bunu yapın. İyiliği toplumsallaştırmaktan başka çaremiz yok maalesef.

Adil ve tutarlı bir yaklaşımla tüm canlıları ama/fakat demeden sevmeyi; vicdanlı bireyler yetiştirmeyi; paylaşan, dayanışmayı öğrenen bir toplumun parçası olmayı hayal etmek bu iyi insanların hem sorumluluğu hem de görevidir artık.

Her şeyi devletten beklemeyelim !