Televizyondan önce, yani radyo zamanı ‘ajans dinlemek’ diye bir tabir varmış.
Kendi arkadaş ortamımızda bunu hala kullanırız.
Televizyondaki akşam haberleri saatinde birbirimizi aradığımızda değişmeyen giriş diyaloğumuzdur:
- N’apıyosun?
- Ajansı dinliyorum.
İşte geçen akşam evde ajansı dinlerken ilk haber şuydu: Dilan Polat eşi Engin Polat’ı ziyarete gitti.
Çok zayıflamış Dilan. Kocasını da çok özlemiş. Tahliye olduğu günün ertesi de tesadüfen açık görüş olduğu için o çok zayıf haliyle koşarak kocasına gitmiş. Bitkin ama mutluymuş.
Uzun uzun tahlil edildi bu önemli konu.
***
İkinci haber: Zihinsel engelli adamı sokak köpekleri yedi!
Adamın yerde kanlar içinde yattığı blurlanmış fotoğrafı var.
Köpeklerin saldırdığına dair tek bir tanık ve görüntü yok.
Sokaktaki bazı insanlar tanıklık etmiş gerçi!
Onlarla röportaj yapılmış.
‘Bu mahallede çok sokak köpeği var herhalde onlar yapmıştır’ diyorlar.
Bu somut(!) deliller eşliğinde mahallenin bütün köpekleri karga tulumba toplanıp ölüme yollanmış.
Barınak diyor tabii spiker… Gerçi artık anladık ki bırak ölüm kelimesini sakınmak, ‘köpekler toplanıp can çekişe çekişe gebertildi’ deseler bile bir şey değişmeyecek.
Sözün kısası yine kaldık baş başa… İyi kalpli insanlar.
Ülkede sokak köpeği sayısı 3 milyon diyorlar.
Barınakların kapasitesi belli.
Bir de özel şahıs barınakları var.
Haydi birlikten mucize doğsun mu?
İstanbul’da yaşayan değerli dostum Murat, Niğde barınağından 29 canı kurtardığını telefonda söylediğinde ikimizde aynı anda belirdi bu fikir.
Murat evinde bakmayacak tabii ki o kadar canı.
Ama Ankara’da bakan özel bir barınağa yardımda bulunacak.
Peki başlatalım mı böyle bir hareket?
Birbirimize doğum günlerimizde, düğünlerimizde ‘Senin için bir (ya da bir çok) can şu şu barınakta hayatta kalacak’ hediyeleri yollayayım mı?
Var mısınız?
Ben yokum!
Oysa ne güzel bir fikir değil mi?
Ama bize izin verilir mi?
Verilmez…
Ya o barınaklara kayyum atanır…
Ya da ‘bu geri zekalılarda çok para var demek ki, haydi biz sahiplenelim o itleri!’ diyenler çıkar.
‘Biz kime güveneceğiz’ sorusunu çoktan ‘biz kime sığınacağız’ sorusuyla beraber yitirmedik mi?
Tecavüzcüyü, katili, memleketi soyanı, mafya bozuntusunu tutuksuz yargılayan bizi ters kelepçeyle paket etmez mi?
Hem de gözümüzün yaşına bakmadan!
Ne yapalım peki inşa edilmeye çalışılan korku imparatorluğuna boyun mu eğelim?
Öğrenilmiş çaresizlik desen, damarlarımızdaki kanda öyle bir yazılım yok!
Cevabı ülkeyi kuran vermiş zaten:
“Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.”
O zaman pes etmek yok… Düşünmeye, birbirimize sarılmaya, güvenmeye, çare aramaya devam.